Yeni CHP
KURULTAYI TV’lerden izledim. Eleştirilerim var ama önce olumlu bulduklarımı yazayım.
Olumlu bulduğum her şeyi iki başlık altında toplayabilirim.
Biri, “Yeni CHP” kavramının kendisidir. Kılıçdaroğlu, Genel Başkan seçildiği mayıs ayından bugüne özgüven kazanmış... Bu defa “CHP’nin yeni yönetimi” falan gibi tevillere gitmedi. Açıkça “yeni CHP” dedi. Listesinde yeni isimlere de yer verdi.
CHP’nin gerçekten dar ideolojik tabanını aşarak geniş kesimlere açılması, bunun için de Kemalizm’den modern sosyal demokrasiye evrilmesi gerekiyor.
Beğendiğim ikinci husus, Kılıçdaroğlu’nun mütevazı kişiliğidir. Kesin konuşmayım ama yarın büyük bir kudretle iktidara gelse bile “otoriter kişilik” yönünde değişmeyeceğini, tevazuunun mizacından geldiğini sanıyorum. Temmenni de ediyorum.
Dengeli demokrasi
Bütün liderler için, başarının şartlarının biri dirayettir, gerektiğinde yumruğunu masaya vurabilmektir.
Bunlar siyasetin gerçeğidir ve “otoriter kişilik”le arasındaki mesafe kıl payıdır!
Güçlenen liderin kendisini bu kıl payı sınırda tutması kolay değildir. Onun için demokrasi dengeli bir güç dağılımına oturmalı, liderin partisinde de “parti içi demokrasi” bulunmalıdır.
Ben yüzde 10 barajını kaldırmaya karşıyım, bunun yerine mesela bir türünü Almanya’da gördüğümüz “ikili sistem”e gidilmesini savunuyorum. Parlamentonun bir kısmı barajsız sistemle, bir kısmı yüzde 10 barajıyla seçilmelidir. Hem “temsilde adalet”i sağlamak, hem “yönetimde istikrar”ı desteklemek için.
Kılıçdaroğlu’nun “parti içi demokrasi” vurgusunu yürekten destekliyorum. Milletvekili adayları atamayla değil, parti içinde demokratik mekanizmalarla belirlenmelidir.
Fakat “adayları da halk belirlesin” demek demagojiktir. Parti fikrini öldürür, parti disiplini falan kalmaz, parlamento çalışamaz hale gelir.
Böyle konularda fikir yürütürken siyaset bilimcilere danışmak gerekir.
Bu nasıl solculuk?
Kılıçdaroğlu’nun Alevi konusu dahil din ve vicdan hürriyetiyle ilgili sorunlara ve Kürt meselesine temas etmemesi herkesin dikkatini çekti.
Diyelim ki, parti içi dengeler açısından erken buldu, ekonomik ve sosyal solculuk yapmak istedi, vaadlerde bulundu...
Harçlar kalkacak... (Demek ki devlet üstlenecek!)
Çiftçi milletin efendisi yapılacak... (Niye acaba?)
Kamuda istihdam arttırılacak... (Demek ki, bir kaç milyon daha ‘kamu çalışanları’mız olacak!)
Güneydoğu’da devlet fabrika kuracak! (İşletmeyi kim yapacak?)
Vaadler böyle sürüp gidiyor. Her halde bütçe giderlerinde cari harcamaların yılda milyarlarca lira artması demektir bu!
Kaynağı nerede?
“Benim adım Kemal, parayı bulurum!”
Hayır, kimsenin böyle bir mucize kudreti yoktur.
1990’larda “kayıp on yıl” tecrübesini yaşamış bir ülke olan Türkiye’de, hele de 2010 yılında bu sözler ekonomiyi nasıl yöneteceği konusunda kaygılar yaratmaktan başka bir sonuç doğurmaz.
Sayın Kılıçdaroğlu bu konuyu mesela PM üyesi Faik Öztrak’la bir konuşmalı.
Yine de diyelim ki, seçim yaklaşıyor, seçim konuşmasıydı...
Kılıçdaroğlu’nun konuşmalarındaki büyük boşluk, ekonomik program yokluğudur.
“Yeni CHP” mutlaka ekonomiden, işten, üretim ve pazarlamadan, rekabetten anlayanlara ciddi bir program hazırlatmalıdır. O olmazsa hepsi laf demektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.