Sağlıksız ve Bozuk Toplum
İnsan için en önemli şey, en geniş manasıyla sağlıktır. Kaç konuda veya sahada sağlık?
(1) Fizikî-Bedenî sağlık
(2) Akıl, ruh, gönül sağlığı
(3) İnanç konusunda sağlık yani inançlarının sahîh (doğru) olması.
(4) İnsanın, içinde yaşadığı ortamın sağlıklı bir ortam olması. Bir tatlı su balığını, tuzlu suya koyarsanız o ortam, o balık için sağlıklı olmaz. Yaşasa bile, anormal bir yaşam olur.
Müslümanlar için Türkiye'deki hayat sağlıklı bir hayat mıdır?
Halk hastanelerine gidiniz, koridorlar, kliniklerin önleri hastalarla doludur. Renkleri solmuş, suratları asık hastalar... Ne kadar yeni hastane yapılırsa yapılsın hastaların sayısı eksilmiyor, artıyor. Demek ki, Türkiye'de fizikî bakımdan sağlık yok.
Akıl, ruh, gönül hastalıkları dehşet verici bir tırmanış içinde. Psikiyatri uzmanlarına sorun bana inanmıyorsanız. Bugünkü toplum yapısı, bugünkü hayat tarzı insanlara akıl ve ruh huzuru sağlamıyor. Dertsiz, sıkıntısız, sürtüşmesiz aile çok az. Karılar kocalar, analar babalar evlatlar, komşular arasında barış yok.
Yıllarca önce Yugoslavların yaptığı bir çizgi film seyretmiştim:
Adam bir fabrikada işçilik yapıyor, işindeki bir aksaklık dolayısıyla patronu yahut şefi tarafından feci şekilde azarlanıyor ve sokağa atılıyor... O kızgınlıkla eve geliyor, bütün hıncını hiçbir kabahati olmayan karısından alıyor, zavallıyı dövüyor. Karı, öfkesinden on yaşındaki çocuğunu pataklıyor... Çocuk da hıncını bir kenarda uyuyan zavallı kediye dehşetli bir tekme atarak alıyor...
İnanç bakımından da çok kimse sağlıklı değil. Adam Müslüman geçiniyor; İslam'la uyuşmayan saçma sapan inançları var, hurafeler beynini ve kalbini istila etmiş.
Hayata bakış açımız hiç de sağlıklı değil. Paranın ana değer olduğu, put haline geldiği sapık bir toplumda yaşıyoruz. İnsanlar çılgınlar gibi kazanç peşinde koşuyor. Çok kazananların çoğu azıyor. Müslümanlığın temel inançlarından biri ahirete inanmaktır. Ahireti unutuyorlar, dünyada akıllarınca iyi yaşamaya çalışıyorlar, onların iyi yaşam dedikleri şey, İslamî ölçülere göre kötü yaşam...
Küçük şehirlere bir şey demiyorum ama İstanbul şu anda dünyanın:
(1) En büyük tımarhanesi,
(2) En büyük köyü,
(3) Hatta, en büyük mezrası haline gelmiştir.
Bu tımarhanede bunca deli arasında akıl, ruh, gönül sağlığımızı nasıl koruyabileceğiz?
Kanunî SultanSüleyman'ın dediği gibi "Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi..." fizikî ve bedenî sağlığımızı bunca yapay, aromalı, kimyalı, boyalı gıda maddesiyle nasıl ayakta tutacağız?
Bizim için iki şık var...
En kolay olanı: Bu tımarhanede, bunca velinin içinde biz de delireceğiz, uydum kalabalığa diyerek göreceli bir rahata ve huzura kavuşacağız.
İkincisi: Bedenî sağlığını, ruh ve akıl sağlığını, inançlarının sıhhatini korumak için "Avuçlarında kor tutarcasına" zor olan bir teyakkuz içinde yaşayacağız.
Hülasa etmek gerekirse:
1. İçinde yaşadığımız toplum bozuk bir toplumdur.
2. Bugünkü hayat tarzı İslam'ın öngördüğü ve tavsiye ettiği hayat tarzına uymaz.
3. İnsanlar gaflet uykusundadır, öldükleri zaman uyanacaklar, lakin bu uyanışın onlara bir faydası olmayacaktır.
Nadir istisnalar dışında bugünkü Müslümanlar sekülerleşmiş Müslümanlardır. Sekülerleşmiş Müslüman, sudan çıkmış balık gibidir. Yapılacak ilk iş, bütün gücüyle sekülerleşmeye karşı çıkmaktır.
İslam'a, Kur'ana, Sünnete, Şeriata, İslam ahlâkına aykırı bütün inançlar, bütün felsefeler, bütün teoriler, bütün ilkeler bozuktur. Müslüman bunları benimseyemez. Benimserse ebedî saadetini tehlikeye atmış olur.
Aklı başında, şuurlu, imanlı, gerçek bir Müslüman Kur'ana ve Sünnete uygun bir hayat sürer. Peygamber (Kur'an'ın bildirdiği üzere) insanlık için en güzel örnek ve modeldir. Biz ahlâkta, fazilette, bilgelikte onun derecesinde olamayız ama onun yolunda ve izinde olmalıyız. Peygamber parayı, dünya malını sevmezdi. "Uhud dağı kadar altınım olsa, onlardan, borç ödemek için ayıracağım birkaç dinar dışında hepsini tasadduk ederdim" buyurmuştur.
Bugünkü toplumsal hastalıkların en öldürücüsü lüks ve israftır. Toplum gırtlağına kadar bu pisliğe batmıştır. Artık her evde "Deccal gözleri" var. Günde birkaç saat buna bakan bir Müslümanın aklı dumura uğrar, kalbi kararır.
İslam'ın güzelliklerinden biri, sağlıklı İslam toplumunda sosyal adaletin hakîm olmasıdır. Akılları dumura uğrayan, gönülleri kararan Müslümanlar sıkıntıda olan fakir kardeşlerinin yardımına koşamazlar. Zekâtlarını, hak edenlere veremezler.
Peygamberimiz "Kardeşim Cebrail bana komşular hakkında o kadar öğüt verdi ki, neredeyse onların birbirlerine vâris olacaklarını sandım" buyuruyor. Bizde bu komşuluk kaldı mı?
Bundan yüzelli sene önce İstanbul'un Müslüman mahallelerinden birinde yaşayan bir Müslüman, mezarından kalkıp, şu halimize baksa acaba ne der?..
"İstanbul kefere istilasına uğramış" demez mi?.. Her yerde Latin yazıları... Frenk kıyafetleri... Açık saçık kadınlar, ziynetli camiler çoğalmış ama halkın ancak onda biri namaz kılıyor. Bu namaz kılanların da, çok azı cemaate gidiyor.
Hele kabrinden çıkan Müslüman yılbaşı gecesinde İstanbul'u dolaşsa, azgınlıkları ve çılgınlıkları görse aklı başından gider, hemen mezar kapağını açar, tekrar içine girer.
Müslümanlık "yaşanan" bir dindir. İş bilmekle bitmiyor, öğreneceksin, ondan sonra öğrendiklerini hayata uygulayacaksın.
Bundan birkaç asır önce İstanbul'da, güneş hiçbir Müslümanın üzerine o Müslüman yatağındayken doğmuyordu. Müslümanlar sabah namazından bir saat önce uyanıyorlar, namaz için hazırlık yapıyorlardı. Cami ve mescitlerde cemaatle namaz kılındıktan sonra, iş sahipleri işlerine başlıyordu. Günümüzde ise, durum tam tersinedir. Ahali-i müslime namaz vakti horul horul uyuyor, pazarlar bile saat ondan, onbirden sonra canlanıyor.
Türkiye'deki İslam'a uymayan kötü toplumu ıslah etmek (iyileştirmek) mümkün müdür? Tabii mümkündür. Lakin bunun için toplumun kötü olduğunu kabul etmek, İslam'a uygun iyi bir toplum nedir onu bilmek, ıslah niyetine, iradesine ve gücüne sahip olmak ve teşebbüse geçmek gerek.
Yirminci asırda Hindistan'da Mevlana İlyas isminde bir İslam büyüğü zuhur etti, "Tebliğ Cemaati" adında bir hareket kurdu. İslam'ın yaşanması için can u gönülden hizmet etti. Mevlana İlyas medreseden ve tarikattan icazetliydi. Yani hem Şeriat, hem Tarikat kanadına sahipti. Son derece ihlaslıydı, dünyaya sırt çevirmişti, hediye kabul etmezdi, Allah ona başarı verdi. Tebliğ Cemaati şu anda dünyanın nice ülkesinde iman, Kur'an, İslam, Şeriat, ahlâk hizmetleri vermektedir. Bir hatıramı nakletmeme müsaade buyurunuz: Bundan beş yıl kadar önce otomobille Makedonya'nın Resne şehrinden geçiyoruz. Şu meşhur Resneli Niyazinin şehri... Bir caminin önünde durduk, namaz kılınacak kısma uzun bir merdivenle çıkılıyor. Oradaki bir gence sorduk, "Türkçe biliyor musunuz?..", "Ben Türküm" dedi. Caminin anahtarı ondaymış, çıktık namazımızı kıldık. Temiz yüzlü kibar genci orada bir lokantada yemeğe davet ettik. Sohbetimiz esnasında sordum "Bu camide namaz kılan cemaat var mı?", "Eskiden yoktu, imam ezan okur, tek başına kendisi namaz kılardı. Sonra Pakistan'dan bir grup Müslüman şehrimizde birkaç gün kaldı. Onlarla tanıştık, Müslüman gençlerle sohbet ettiler, şimdi camimizin gençlerden oluşan otuz cemaati var..." dedi.
Halk namaza davet edilmelidir.
Tahmin edeceğiniz gibi Resne'den, Mevlana İlyas Hazretlerinin cemaatine mensup bir grup geçmişti.
Türkiye'de de böyle çalışmalar ve hizmetler yapılmalıdır.
Halk namaza davet edilmelidir.
Hür ve mukîm erkekler farz namazları cemaatle kılmaya teşvik edilmelidir.
Sünnete uygun bir hayat tarzı için propaganda yapılmalıdır.
Böyle hizmetler ilimle, irfanla, ihlâsla yapıldığı takdirde büyük fütuhat olacaktır.
Lakin madalyonun arka tarafı da var. Bu gibi hizmetlerde Müslümanlardan kesinlikle para toplanmamalıdır. İkincisi bu gibi hizmetler cemaatçiliğe, fırkacılığa, grupçuluğa, tarikatçılığa alet edilmemeli, kesinlikle din sömürüsü yapılmamalıdır.
Yanlış anlaşılmasın, bendeniz tasavvuf tarikatlarına taraftar bir Müslümanım. Tarikata, tarikatlı olmaya evet... Tarikatçılığa hayır!..
Anonim şirket, holding, finans kurumu gibi tarikat olmaz. Tarih boyunca bilhassa Anadolu coğrafyasında imana ve İslam'a en büyük hizmeti gerçek tarikatlar yapmıştır. Bugünkü kötü gidişatı gerçek tarikatlar durdurabilir. Allah bize cüz-i irade, seçim hakkı vermiştir. Ahmet Yesevî, Abdülkadir Geylânî, Ahmed er-Rufaî, Mevlânâ Celaleddîn Rumî, Hacı Bayram-ı Velî, Hacı Şaban-ı Velî, Akşemseddîn, Emir Buharî, Üftade, Aziz Mahmud Hüdayî ve benzeri Peygamber varisi pîrlerin nurlu yollarından giderek, nurlu metodlarını uygulayarak hem kendimizi, hem toplumu felaket uçurumuna yuvarlanmaktan koruyabilir, Doğru Yola yönlendirebiliriz.