AB ve millî devlet
İkidir AB-Türkiye münâsebetlerine dâir yazıyorum. Bugün bir kere daha bu konuya değinerek bâzı bilgiler sunayım dedim.
Millî devlet (ulus-devlet) kavramı AB içinde öteden beri tereddüdlere ve tartışmalara yol açmışdır. Örgüt’ün daha AT ve hattâ onun da evvelinde AET adını taşıdığı günlerden beri. 1960’lı ve 70’li yıllarda çok kullanılan bir slogan “Atlantik’den Urallar’a kadar bir Avrupa” idi. Dikkat edilirse bu vâsî topraklar üzerinde hem o zamanki Doğu Bloku ülkeleri, yâni Sovyetler Birliği’nin uyduları olan Doğu Almanya, Polonya, Macaristan, Çekoslovakya gibi ülkelerle SSCB sınırları içinde yer alan Baltık Ülkeleri, Beyaz Rusya ve Ukrayna, hem Avrupa Rusyası ve hem de tümüyle Balkanlar yer alıyordu. Türkiye zâten, öbürleri gibi, uzak bir vizyon olarak bu kadronun içindeydi. Ancak bu uzak, çok uzak vizyonlar bir yana, AET’nin ilk kurucu altı üyesi olan Almanya, Fransa, İtalya ve üç Benelüks Ülkesi zamânında dahî gündemi işgâl eden suallerden adamakıllı önemli biri, bunun nasıl bir Avrupa olacağıydı ve ortaya atılan iki tez vardı:
Ya bir “Vatanlar Avrupası” ya da bir “Vatan Avrupa” formülü.
Müteveffâ General de Gaulle, tahmîn edilebileceği üzere, ilk formülden yanaydı. Fransız Halkı o gün olduğu gibi bugün de benzeri bir dünyâ görüşünü benimsemişdir.
Almanya’nın durumu ise farklıydı. Hitler devrinin o insana fenâlık verdiren “Ein Volk, ein Reich, ein Führer” (Tek millet, tek devlet, tek başbuğ) ideolojisinden ve bunu izleyen eşi görülmedik kanlı bozgundan ağzı çok yanmış olan Almanlar “Avrupa” kavramında bir tür “ersatz vatan” (vatanın yerini tutan bir şey) görüyorlar ve ikinci formüle yakın duruyorlardı. Ben 1960’lı yıllarda hâlâ “Ben Alman’ım.” demekden utanan ve bunu da açıkça söyleyen Almanlara rastlamışımdır.
Günümüz AB’si ise artık 30’a yaklaşan üye sayısı ve Cebelitârık’dan Kuzey Kutbu’na, Atlantik’den Rusya sınırına uzanan çok geniş coğrafyasıyla eskiye nazaran çok daha komplike bir görünüm ve örgü arzediyor. Anlaşılan o ki Polonyalılar, Çekler, Slovaklar, Macarlar, Romenler, Bulgarlar ve Yunanlılar bir “supranasyonal idantite”den, yâni milletlerüstü bir kimlikden kat’iyyen hoşlanmıyorlar!
İşin garib yanı, 1989’da eşine ender rastlanır bir şans eseri birliğini tekrar kazanan Almanya’nın da artık bu fikre eskisi kadar sıcak bakmayışı. Öyle ya, “vatan”ın aslı orada dururken “ersatz”ına ne gerek var?
Şimdi bu satırları okuyan bâzı yurddaşlarımın ellerini oğuşturarak tebessüme başladıklarını görür gibiyim ama mesele onların algıladığı gibi de değil. Çünki “millî devlet” anlayışı artık 1930’lar 60’lar 70’ler arası anlayış değil. “Avrupa”yı büyük, geniş, ferah, aydınlık bir “çok amaçlı salon” olarak tasavvur edersek “vatanlar”ı da üst katdaki yine konforlu, sıcacık konutlar şeklinde görebiliriz belki. Yâni o konutlarda herkes kendi zevkıne göre “takılabiliyor” ama “meskene ve mahremiyete tecâvüz” diye bir kepâzelik artık yok!
Tabii salonda frakla vals yapıp konutda karı pataklamak da yok!