Gaf ve af
Fuzuli’nin çok meşhur bir beytini Fikret’e mal ettiğimi, sevgili dostum Dursun Gürlek uyarınca fark ettim...
Nasıl utandığımı anlatamam...
Utandım: Çünkü özensizlik etmişim. Birbirinden asırlarca uzak iki ismi özensizlik sebebiyle karıştırmışım...
Böyle bir “ayıb”ın mimari olarak, Kılıçdaroğlu’nun Lefter’e “kaleci” demesini yadırgamadım...
Konuyu detaylandırıp, “Onun kaleciliğini çok beğendiği için Fenerbahçeli olduğunu” söylemeseydi, üstünde hiç durmayacaktım...
Fakat “detay”a girdi. Oysa “detay” uzmanlık gerektirir...
En azından “yoğun ilgi”yi düşündürür.
Bu yüzden, Kılıçdaroğlu’nun asıl gafı “kaleci” ile “oyuncu”yu karıştırması değil, Fenerbahçe’ye yoğun ilgi duyduğu izlenimi vermeye çalışmasıdır...
Çünkü burada işin içine “yalan” giriyor!
Üstünkörü ilgilendiği bir konu ile “derin” ilişkisi varmış gibi yapması, ister istemez diğer konularda yaptığı gafları da gündeme getiriyor.
“Zühul eseri” deyip geçtiğimiz nice “gaf”ın, aynı ilgisizlik ve bilgisizlikten kaynaklanıp kaynaklanmadığı konusunda tereddüt meydana getiriyor.
Çözmeyi vaad ettiği konular hakkında ayrıntı istendiğinde ya da para gerektiren çözümlere “kaynak” sorulduğunda, “Benim adım Recep Bey değil, Kılıçdaroğlu, ben yaparım dedim mi yaparım” şeklindeki çıkışları, diline doladığı konularda bile derinliği olmadığını gösteriyor.
Maalesef tarihe de aynı alışkanlık içinde yöneldi: Çıktığı bir televizyon programında “Osmanlı Devletinde Türk olmak ayıptı, o dönem ümmet toplumu vardı” diyerek, yine “desteksiz” attı...
Kılıçdaroğlu, alışageldiği üzere yine hiçbir ayrıntıya girmedi.
Türk olmanın kimler tarafından ayıplandığını, bu konuda ne türden sözler edildiğini, “ümmet” kavramının dini literatürde ne anlama geldiğini, Osmanlı tarihi içinde bunun yanı sıra hangi kavramların hangi anlamda kullanıldığını, “Teb’a”nın, “reaya”nın, “zimmî”nin ne olduğunu söylemedi meselâ...
Söyleyemezdi: Bunları söyleyebilmek için kulaktan dolma bilginin ötesi gerekiyor çünkü...
Gerçek mahiyeti bilinmeyen her insan, her topluluk içinde ilk on beş dakika “kültürlü” görünebilir, ancak daha ötesi için gerçekten “kültürlü” olmaya ihtiyaç vardır.
Kılıçdaroğlu “kültürlü” olmayı değil, öyle görünmeyi seviyor. İdare edebileceğini zannediyor. Tabii konuya vakıf olanlara tebessüm üstüne tebessüm ettiriyor.
Tarihçi lber Ortaylı bu kez tebessüm etmekten fazlasını yaptı. Kılıçdaroğlu’nu “Memur ağzı” kullanmakla suçlandı: “Basit memur yorumları bunlar. Adamın tabii tarih bilgisi, birikimi de yok. Böyle şeyler konuşmasa daha iyi eder.”
Bence de konuşmasın! Hatta özellikle din ve tarih konusuna hiç girmesin! Çünkü lise bilgisiyle olacak işler değil bunlar.
En büyük avantajı, televizyondaki muhatabının ancak kendisi kadar tarihten nasiptar olmasıydı. Bu yüzden vahim bir iddiayı “lâf-u güzaf” arasına sıkıştırıp geçiştirdiler.
Vakıa bazı eski yazarların Türklük aleyhine sözleri vardır: Ama bu sözlerin hangi amaçla söylendiğine bakılmalıdır. Hatta bazıları “maksadı aşan ifadeler” olarak değerlendirilmelidir. Çünkü öncelikle devleti Türk unsurlar yönetiyor. Resmi dili “Türkçe”dir. Devletin başında da zaten bir “Türk Padişah” vardır.
Buna rağmen zaman zaman bazı şairlerin ve siyasetçilerin Türkler aleyhine sözler sarf ettikleri de bir vakıadır. Ancak şunu dikkatten uzak tutmamak lâzımdır ki, şimdi bile kendi aleyhimize bir sürü söz üretmiş bulunuyoruz...
Meselâ, “Biz adam olmayız” diyen biziz!.. “Türk gibi başla, İngiliz gibi bitir” diyen biziz!.. “Su akar, Türk bakar” diyen biziz!.. “Türk’ün aklı sonradan gelir” diyen de biziz!
Ve daha pek çok olumsuz deyim...
Kendini eleştirebilmek “dirayet” göstergesidir, aşağılık duygusundan gelmiyorsa, özgüvenden gelir.
Bu bağlamda, kendimize yönelik eski eleştiriler özgüvenin, yeni eleştiriler ise Batı’nın bize pompaladığı aşağılık duygusunun ürünüdür.
Din ve tarih üzerine gaf yapmak, Lefter’i “kaleci” yapmaya benzemez. Zaten CHP’nin tarih ve din konularında sabıkası var: Kılıçdaroğlu akıllılık etsin de bu konulara bir daha hiç girmesin!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.