Yahudiler ve başörtülü kızlarımız (1)
Bir buçuk yılı aşkın bir zamandır bu sütunlarda yazıyorum. Yazılarımı takip eden okuyucularım biliyor ki bugüne kadar başörtüsünü doğrudan ele alan herhangi bir yazı yazmadım. Aslında konu çok yazıldı, çizildi. Bu sebeple, belki daha da fazla gündemde olmayı hak etmesine rağmen, haftada bir yazdığım bu köşeyi, başkalarınca fazla yer verilmeyen konulara ayırmayı uygun gördüm. “Böylesi insanlar için daha yararlı olur” diye düşündüm.
Ama bu konuda yazmayı, hem insan hak ve özgürlükleri açısından hem de ilgili kişilerin ruh sağlığı açısından, her zaman boynumun borcu olarak gördüm. Kısmet bugüne imiş; “farklı bir bakış açısı olduğu” kanaatindeyim.
Yahudiler, tarihte tam altı kez sürgüne gönderilmiştir. Bu sürgünlerden en büyükleri belki de Asurlular (MÖ 7. yüzyıl) ve Babillilerin (MÖ 6. yüzyıl) yaptıklarıdır. Zaten bunlardan sonra 1948’e kadar da bağımsız devlet olamamışlardır. Sürgünlerin sebeplerinin haklı olup olmadığı ya da Yahudilerin Kur’an-ı Kerim’de neden bu kadar lanetlenmiş oldukları konusu ayrı mevzulardır. Zaten bu bizim işimiz de değildir. Biz olayların sebeplerinden çok sonuçları üzerinde duracak ve başörtülü kızlarımızın maruz kaldığı durumla ilgisini kurmaya çalışacağız.
Babil sürgünü yurtlarından kovulan, ülkesiz yaşayan Yahudilerin yani Yahudi diyasporasının ilk basamağıdır. Bu ilk diyaspora Babil’de oluşmuştur. Aslında buna “oluşturulmuş” demek daha uygun olacaktır. Zira tarih boyunca, onlar gibi sürgüne gönderilen başka kavimler de olmuştur ama yok olmak bir yana bu uzaklaştırmayı fırsata dönüştüreni pek görülmemiştir. (İlk Müslümanların “hicret”ini ayrı bir kategoride görmek gerekir, kanaatindeyim).
Yahudiler sürgün diyarında boş durmadılar; etnik dinsel kültürlerinin temellerini attılar ve belki de kendilerine bugünkü örtülü dünya hakimiyetini kazandıran edinimleri sağladılar... Yabancı dille tanıştılar; İbranicenin yanında Asur, Arap dillerini ve İbranicenin kökü olan Aramice’yi öğrendiler... Dinlerini unutmadılar; adet ve geleneklerini sürdürdüler, sünnet olmaya devam ettiler, kutsal günlerini yaşattılar, aile saflığını yabancı din ve kavimlilerden korudular... İnandıkları Tanrı’nın Sina dağında Musa’ya yaptığı “Siz düşmanlarınızın topraklarında olduğunuz zaman bile sizi reddetmeyeceğim ve size sizi ölümsüz bir ulus kılacağım (Tevrat, Yeremya: 29.14)” şeklindeki temel öğüdü nesillerine aşıladılar. İnançlarını hep diri tuttular, asimile olmadılar.
Bütün bu güçlü savunma mekanizmalarına rağmen yine de on iki kabileden sadece ikisi yurtlarına geri dönebildi. Evet, iki kabile ama Yahudilikleri sapasağlam iki kabile... İddia olunan odur ki, bugünkü İsrail’in ve günümüz Yahudilerinin gerçek ataları da onlardır.
Yahudi sürgünlerinin bir tanesi de İslamiyet’in devlet olduğu ilk yıllarda gerçekleşmişti. Hazreti Peygamber, anlaşmalara riayet etmeyen ve ekonomik, kültürel, askeri anlamda Müslümanların güçlenmesine engel teşkil eden Yahudileri Medine’den sürgün etmişti.
Aslında Yahudiler, tarih boyunca, sürgün dışında ticaret amacıyla da pek çok ülkeye yerleşmişlerdir. Zanaat ve ticaret deneyimlerinden istifade etmek üzere bazı ülkeler onları çağırmış ve başüstüne koyarak kabul etmiştir. Bu maksatla mesela Pers imparatorluğu, önemli sayıda Yahudi’yi İsfahan, Horasan dolaylarına yerleştirmişti. Hatta bir ara İsfahan’ın bir kasabasında o kadar kalabalık olmuşlardı ki halk oraya “El Yahudiyye” adını vermişti. İspanya’dan sürülen Yahudilerin Osmanlı tarafından kabul edilmesi, bu nesillerden gelenlerin daha sonra devletin üst kademelerine çıkması; maliyede, ticarette, sanatta, kültürde, hatta siyaset ve dış politikada söz sahibi olması da bu babda görülmelidir.
Peki, sonunda ne oldu?.. Sürgünler amacına ulaştı mı? Sürgün yiyenler zararsız hale getirilebildiler mi?.. Ya da daha keskin soracak olursak; yok edilebildiler mi?
Cevap kesin bir şekilde “Hayır”dır. Herkesin malumudur ki; sürgüncüler hiçbir suretle istediklerini elde edememiş, ereklerine ulaşamamışlardır. Bilakis Yahudiler bugün, dünyanın her yerinde ve en stratejik alanlarda (belki dünkü kadar olmasa da) tek hakim durumundadırlar. Siyaset, ticaret, teknoloji, sanat, medya, bilişim, bilim vs. dendiğinde Yahudi’yi göz ardı etmek mümkün değildir. (Kimse bununla Yahudi propagandasının aleti olduğumu filan söylemesin, maalesef bu böyledir. Kişiler-kurumlar derinlemesine incelendiğinde bunun apaçık bir gerçek olduğu görülecektir.)
Onları sürgüne gönderenlere gelince... Ya varlıklarını sürdüremediler ve tarihin derinliklerinde gömülü kaldılar ya da, açık veya kapalı, Yahudilerin hegemonyası altına girdiler.
Tabii burada, bu sürgünlerle başörtülüye yapılanların ilgisini kurmaya çalışırken altını çizmemiz gereken çok önemli bir nokta; bütün o sürgünlerin başka dinliler ve başka devletler tarafından yapılmış olmasıdır!..
Kısmetse haftaya devam edeceğiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.