Ok ve yay
İnsan ölümden korkar ama ölümün kaçınılmaz olduğunu da bilir. Lübnan'daki son kriz de o misal. Bir yandan insanlar iç barışın bağlandığı pamuk ipliğinin kopmasından korkuyorlardı ama bir yandan da ipliğin kopmasının kaçınılmaz, önlenemez olduğunu görüyorlardı, biliyorlardı.
Korktukları başlarına geldi. Sadece Lübnanlılar'ın değil; uluslararası topluluğun da...
İster kaderin cilvesi deyin, ister tarihin, ister siyasetin, ister diplomasinin; Lübnan'daki kriz (Hizbullah ve onunla güçbirliği yapan partilerin kontenjanından hükümete giren 10 bakanın istifa etmeleri, onlara bağımsız bir bakanın kişisel nedenlerle katılması, böylece 30 üyeli kabinenin 11 koltuğunun boşalması ve anayasaya göre hükümetin düşmüş kabul edilmesi) Başbakan Erdoğan'ın Katar'ın başkenti Doha'da bulunduğu sırada patlak verdi.
Kaderin, talihin veya başka şeylerin cilvesi diyoruz; çünkü Lübnan'daki bundan önceki kriz olan cumhurbaşkanlığı seçimindeki kördüğüm, 2008'de Katar Emiri Şeyh Hamad Bin Halife El Tani ile Başbakan Erdoğan'ın çabaları ve arabuluculukları ile çözülmüş, "Doha Protokolü" adı verilen uzlaşmayla Lübnan Genelkurmay Başkanı General Mişel Süleyman cumhurbaşkanlığına seçilmişti. Süleyman'ın 2008 Mayıs'ındaki yemin törenine Şeyh El Tani ve Erdoğan'ın yanı sıra Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim de katılmışlardı. (Not: Biz de izleyici olarak o törende yer almıştık.)
Süleyman'ın cumhurbaşkanlığına seçilmesinin ardından genel seçimlere gidilmiş, iki tane partiler koalisyonunun (Not: Saad Hariri ve ortaklarının oluşturduğu 14 Mart Cephesi ile Hizbullah ve destekçilerini bir araya getiren 8 Mart Cephesi) hiçbiri çoğunluğu sağlayamayınca, tüm cemaatlerin, tüm etnik grupların ve tüm dinlerin, mezheplerin temsilcilerinin yer alacağı "Milli mutabakat hükümeti" tek seçenek olarak masada kalmıştı. Ve Saad Hariri'nin başbakanlığında öyle bir hükümet işbaşına gelmişti. Uzun pazarlıklardan, bitmek bilmeyen tartışmalardan sonra. Yukarda belirttiğimiz gibi, pamuk ipliğine bağlı bir ortaklıktı bu.
Pamuk ipliği ise, BM Güvenlik Konseyi kararıyla oluşturulan ve eski Başbakan Refik Hariri'nin öldürülmesini soruşturmakla görevlendirilen "Lübnan Özel Mahkemesi" nin hazırlayacağı rapor ya da iddianameydi.
Bugünlerde resmen açıklanması beklenen rapor ya da iddianamede Hariri'yi Hizbullah'ın öldürdüğü/öldürttüğü sonucuna varıldığı sızdırılınca, o pamuk ipliği kopuverdi.
Dahası Lübnan yeni bir iç savaşın eşiğine geliverdi.
Tanrı korusun; öyle bir çatışma, hesaplaşma ortamı doğarsa, 1970'lerdeki iç savaştan çok daha kanlı tablolarla karşılaşılır, o dönemdekinden çok daha fazla dış güç perde arkasından müdahil olur.
İnsan bir ülkede en çok ne ister? Elbette huzur (İç barış), istikrar ve adalet.
Ne var ki, Lübnan'da bu üç koşulun bir arada yerine getirilmesi mümkün değil.
Ya huzur ve istikrar isteyeceksiniz, ya da adalet.
Huzur ve istikrardan yana olursa tercihiniz, Refik Hariri suikastının arkasındaki elleri görmezlikten gelecek, dosyayı kapatacaksınız.
Yok adalet isterseniz, Hariri suikastının karanlığına projektör tutmanın bedeli olarak huzur ve istikrarı feda edeceksiniz.
Başbakan Saad Hariri uzunca bir süre huzur ve istikrar için babasını katledenleri, katlettirenleri unutmaya çabaladı.
Ancak son zamanlarda gerek ülkedeki iç dengelerin altüst olması, gerekse dışarıdan esen rüzgarların yön değiştirmesi sonucu, "Adalet" talebini huzur ve istikrarın önüne koydu. Ya da koymak zorunda kaldı.
Ve bir ikilemle karşı karşıya kalıverdi: Ya babasının kanının hesabını soracak ya da ülkede karanlık köşelerde gizlenen şeytanları uyandıracak.
Hangisini seçerse seçsin Hariri, Lübnan'da ok yaydan çıktı. Menzile doğru ilerliyor.
Biliniz ki, o menzil sadece Lübnan, Lübnan devleti, o devletin dengeleri değil; tüm Ortadoğu, tüm Doğu Akdeniz...
Dileriz, menziline varmadan önce oku yakalayıp imha edecek birileri, birtakım güçler çıkar. Yoksa...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.