Kağıt
ÖNCEKİ akşam Sinan Çetin’in “Kağıt” filminin galasına gittim. Çok kalabalık. Kimler yok ki... Tanıdık tanımadık liberaller, solcular, muhafazakârlar...
BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve arkadaşları da gelmişti.
Evet, “Tipik bir Sinan Çetin filmi”, yani hayatın komik ve aynı zamanda trajik ayrıntılarından hareketle sosyal ve siyasi bir sorunu son derece sürükleyici bir senaryo halinde başarıyla beyaz perdeye taşımak...
Ve daima bürokrasi ve otorite karşıtı, özgürlükçü mesajlar vermek.
“Kağıt”ta yetenekli bir genç olan Emrah (Öner Erkan) 1970’lerde film çekmeye çalışıyor. Liberal görüşlü izleyicinin “ne güzel, girişimci bir genç” diye sempati duyacağı Emrah’ın yapmak istediği film, 1970’lerin havasına uygun olarak, sosyalist...
Baba (Ahmet Metin) evini ipotek ediyor, oğluna sermaye bulmak için... Anne (Ayşen Guruda) bütün anneler gibi oğlu için iki gözü iki çeşme, yollarda...
Emrah’ın bir de sevgilisi (Zeynep Beşerler) var.
Kağıt ve facia
Fakat, 1970’lerde film çekmek için önceden Bakanlık’tan “izin kağıdı” almak gerekiyormuş.
Eski Kültür Bakanı İstemihan Talay’a sordum, doğruladı:
“Öyleydi ama benim dönemimde artık özgürlükçü gözle uygulanıyordu.”
Filmde, 1970’lerde “bu saçma kanunu kör bir inatla uygulayan küçük bir memur” (Asuman Dabak) bir türlü bu “kagıt”ı vermiyor ve bu yüzden facialar yaşanıyor, hayatlar sönüyor.
Hele anne, baba, evlat ilişkilerini izlerken defalarca gözlerimin yaşardığını söylemeliyim.
Filmin mesajı, çok vurgulu bir şekilde otorite ve bürokrasi eleştirisi...
Emrah isyan ediyor:
“Devlet nedir? Bize hizmet etmek zorunda olan bir alet, bir ütü, bir şofben gibi bir şey değil midir? Hiç kutsal bir ütü olabilir mi?..”
Filmin sonunda devletlerin verdiği “kağıt”larla idam edilmiş portreler geliyor ekrana; 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül idamları!
Ve komünizmle faşizmin katliamlarından kesitler.
Özgürlük ve hukuk
Filmi size de tavsiye ediyorum, burada özgürlük kavramıyla ilgili birkaç şey de yazmak istiyorum.
Evvela, Türkiye’de “özgürlük” ve “devlet” kavramlarıyla ilgili siyasi kültürümüz liberalleşme sürecinde... Her kesimde “özgürlük” kavramı eskisinden daha vurgulu hale geliyor.
“Sinan Çetin filmleri” bu kültürel değişimin en önemli görsel belgelerindendir.
Benim açımdan madalyonun öbür tarafı da var. Hukukçu olduğum için ve dünya görüşümde “özgürlük” gibi “hukuk ve düzen” (law and Order) kavramı da değerli olduğu için hem kanunların özgürlükçü olmasına, hem kanuna uygunluk fikrine önem veririm.
Bu açıdan felsefi anarşizme karşıyımdır. Filmde gördüğümüz “1970 solcuları”nın son derece otoriter olduğunu ve hatta “bürokrasi”nin hayatımızın bütününe el koyduğu totaliter bir düzeni idealize ettiklerini de belirtmeliyim.
Che ile, Ho Chi Minh’le, Marksizm-Leninizm’le ancak totaliter bir düzen kurulabilirdi!
BDP’lilerin filmdeki otoriterlik eleştirisini çok beğendiklerinden eminim, bu açıdan haklılar da...
Ama kendini hukukla sınırlama fikrine ‘kökten’ karşı olan silahlı bir şiddet örgütünün nasıl bir ‘özerklik’ kuracağı konusunu iyi düşünmeleri gerekir. Tarih laboratuvarı gösteriyor ki, bu tür örgütler daima totaliter bir tahakküm düzeni kurmaktadır.
Dostum Sinan Çetin’i kutluyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.