23 Nisan’da neler oldu, neler olmadı?
Yıllar oldu Ankara’da bir 23 Nisan yaşamayalı. Dün de söylediğim gibi, diğer illerde 23 Nisanlar neşe ve eğlence içerisinde geçerken, nedense Ankara’da bir telaş içerisinde geçerdi. Ast üst ilişkileri yüzünden her şey birbirine karışır ve gülmemiz gereken yerlerde bile gülemezdik.
23 Nisan çocuklara armağan edilmiş bayramdı ama bayramımız hep asık suratlı öğretmenlerin bayramı burnumuzdan getirmesiyle başlar ve sona ererdi. çünkü çocuk bayramı da olsa emir alma emir verme işinde ciddiyet aranır, yumuşaklık, hoşgörü ve sevimlilik devlet memuruna yakışır mıydı?
Ne zaman 23 Nisan kutlanacak olsa o çocuk yıllarım aklıma gelir ve bağıran, çağıran, asık suratlı öğretmenleri hatırlarım. Yıllarca “Bu öğretmenler kendi çocuklarına da mı gülmez” diye sormuşumdur.
Neyse, o yıllardan sonra maalesef ancak bu yaşta araştırma fırsatı bulabildiğim, “23 Nisan’da neler oldu, neler olmadı” sorusuna cevap arıyordum. Yazarlar Birliği’ni ziyaret ettiğimde aynı soruyu D. Mehmet Doğan’a da sordum. O da çeşitli araştırmalarından söz ederek, önüme dokümanları koydu.
Dokümanlar üzerinde saatlerce çalıştıktan sonra belki de şu ana kadar pek çok insanın kolay kolay elde edemeyeceği bir netice çıktı. Bu kadar emek harcadıktan sonra ben de sizlerle paylaşmak istedim. Buyurun birkaç günlük 23 Nisan gezisine.
İstanbul’da her yıl yapılan 29 Mayıs kutlamaları, gazetelerde yer alan haber ve resimlerden ötürü, bu törenleri hiç görmeyenlerin bile zihninde yer etmiştir. İstanbul’un fetih yıldönümünde, beş yüz küsur yıl önce cereyan eden çok önemli bir hadise temsilî olarak canlandırılır.
Birçok önemli tarihî hadise, böyle temsilî hatırlatmalarla kutlanırken, neden 23 Nisan’da böyle yapılmıyor? Bunun esası, 23 Nisan’a, yani Büyük Millet Meclisi’nin Ankara’da toplandığı güne sonradan yüklenen anlamda aranmalıdır.
çünkü bu anlamlandırmaya uygun olarak olayların akışı yaşananlardan alâkasız şekilde sonradan kurgulanmıştır. Yani, 1920 yılının 23 Nisan’ında Ankara’da yaşananlarla, sonradan anlatılanlar birbirinin zıddı sayılabilecek şekilde farklılaştırılmıştır.
Türkiye’de ilköğretimden yüksek öğretime kadar, yakın tarihin bir kesiti “devrim tarihi” veya “inkılap tarihi” olarak öğretilmektedir. Her yıl binlerce çocuk ve genç, bu kitaplarda verilen bilgileri öğrenmekte ve kanaatleri bu bilgilere göre teşekkül etmektedir.
Bu bilgilerin gerçeklere tekabüliyeti üzerinde durmak, elbette geniş kitlelerin yapabileceği bir şey değildir. Fakat en azından bu dersleri veren çeşitli unvanlar takınmış “bilim” adamları tarafından merak edilmesi gerekmez miydi?
Bugün Türkiye üniversitelerinde İnkılap Tarihi Enstitüsü veya merkezi kurmak zorunludur. Bu yüzden ne kadar üniversitemiz varsa, hepsinde böyle birimler oluşturulmuştur. Bu enstitülerin büro elemanları olduğu gibi, bilim adamı mensupları da vardır.
Tahminimize göre, sayıları yüzlerle, belki binlerle ifade edilebilecek bu elemanların, kendi ilim dallarında tarih gerçeklerini araştırmak, bu gerçeklere göre alanını tanzim etmek yönünde bir hareket içinde oldukları görülmemektedir. İnkılap tarihi dersleri, 1930’larda başladığı şekilde, Mahmut Esatların, Şükrü Kaya’ların jargonu ile sürdürülmektedir.
Olayların sıcaklığının geçmediği, yeni iktidarın kendini güçlü ve haklı göstermeyi ön plana aldığı dönemler hayli uzaklarda kaldı. O zamanların ideolojikleştirilmiş, dolayısıyla bilerek saptırılmış yaklaşımlarının bugün hâlâ mutlak gerçekmişcesine kullanılması, yakın tarihi bir efsane ve masal havasına büründürmektedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.