Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Hürrem Sultan’ın sevgili kızı

Hürrem Sultan’ın sevgili kızı

Ahlâk timsali Mihrimah Sultan (Kanuni ile Hürrem Sultan’ın kızları) “Kadın çiftliği” gibi gösterilen Osmanlı hareminde yetişti…


İstanbul’u ve ülkenin çeşitli bölgelerini hayır eserleriyle donatan diğer “Sultan kadın”lar da…



Ama Osmanlı tarihini yazanlar, tahmin ediyorum “erkeklik damarı” sebebiyle, kadınlara fazla itibar etmezler (henüz kadın tarihçi görmedik).



Tarihe, “Salt erkekler tarafından inşa edilmiş bir manzume” muamelesi yaparlar.



Erkek tarihçilere göre, kadının, “elinin hamuruyla” böylesine muazzam bir oluşa müdahalesi mümkün değildir! Bir “müdahale” olmuşsa, bu mutlaka “olumsuz” yönde olmuştur.



Sadece tarihteki olumsuz kadınlardan söz eden tarihler bu iddiamı yeterince ispatlıyor.



Hürrem Sultan’la Kösem Sultan’ın (Sultan IV. Murad’ın annesi) olumsuz yönleri öylesine abartılıyor ve öyle bir üslup kullanılıyor ki, insana, tarihin tüm kadın karakterlerinin olumsuz olduğunu düşündürtüyor.



Mihrimah Sultanlar ise arada kaynayıp gidiyor.



Mihrimah Sultan, 1522 yılında Topkapı Sarayı’nda doğdu. Haremde büyüdü. Eski tarihler, son derece “dinine bağlı” olduğunu söyler.



Kanuni Sultan Süleyman, Mihrimah Sultan’ı çok sever, teamüllere uygun olmadığı halde, zaman zaman padişahlığını unutup çocuklaşır, kızıyla oynarmış.



Karı-koca kızlarını çok iyi yetiştirdiler. Mükemmel şekilde eğitim aldırdılar. Yine teamüllere aykırı olarak, Mihrimah Sultan’ın, babasıyla birlikte bazı savaşlara katıldığı rivayet ediliyor.



Henüz on yedi yaşındayken, evliliği gündeme geldi. Her anne baba gibi, Hürrem Sultan’la Kanuni de kızlarının mürüvvetini görmek istiyorlardı. Uygun bir damat adayı aradılar. Nihayet zamanın Diyarbakır Beylerbeyi (sonra sadrazam) Rüstem Paşa’da karar kıldılar.



Acele ediyorlardı, çünkü Mihrimah Sultan’ın erkek kardeşleri Şehzade Bayezid’le Cihangir’in sünnet çağı gelmişti. Niyetleri üç düğünü bir arada yapmaktı. Ama tam bu sırada, “Rüstem Paşa, cüzzam illetine müptelâdır!” şeklinde bir söylenti çıktı.



Cüzzam o tarihlerde tuttuğunu götüren bir hastalık! İnsanı organ organ çürütüp bitirerek öldürüyor. Bu söylenti, sarayın duvarlarından taşıp tüm İstanbul’a yayıldı. “Padişah Efendimiz dünyalar güzeli masum kızını bir cüzzamlıya neden vermek ister?” sorusu sokak sokak dolaşmaya başladı.



Söylenti, Rüstem Paşa’nın saraya damat olmasını kıskanan rakipleri tarafından çıkarılmış olabileceği gibi, doğru da olabilirdi. Kanuni, konuyu araştırmaya karar vererek sarayın Hekimbaşı’sını huzuruna çağırdı: “Söyle bakalım Çelebi, bir babayiğidin cüzzam illetine müptela olup olmadığını nasıl anlarsın?”



Hekimbaşı, durumu anlamıştı. Çünkü sarayı ve tekmil İstanbul’u çalkalayan söylentiyi o da duymuştu: “Saadetli Hünkârım” diye söze başladı, “Bunu anlamak çok kolaydır, cüzzamlı kimsede kehle (bit) olmaz. Bit bile andan kenduni sakınur.”



Bu bilgiyi alan Padişah, derhal hassa hekimlerinden Mehmet Halîfe’yi Diyar-ı Bekir’e gönderdi. Bir bahane ile Rüstem Paşa muayeneden geçirildi. Çamaşırında birkaç bit görüldü. Mehmet Halîfe hemen müjdeyi saraya verdi: “Cüzamlı değil.”



Böylece Mihrimah Sultan’ın, Rüstem Paşa ile evliliği gerçekleşti… Ama bu yüzden anlı şanlı Rüstem Paşa’ya “Kehle-i ikbal (bit şanslı) Rüstem Paşa” denmeye başlandı.



Şairler bu konuda şiir bile yazdılar:



“Olacak bir kişinin bahtı kavî, talii yâr,



“Kehlesi dahi mahallinde anın, işe yarar.”



Mihrimah Sultan, bir sürü hayır eseri yaptıktan sonra 25 Ocak 1578’de, yeğeni (erkek kardeşinin oğlu) Sultan III. Murad’ın saltanatı döneminde öldü ve babasının Süleymaniye’deki türbesinin yanına defnedildi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi