Başbakan mı, Ahmet Altan mı daha özgür?
Türkiye’de ifade özgürlüğünün varlığı ve sınırları tartışmalıdır. Demir perde ülkeleri gibi sert ve kapalı olduğumuz söylenemese de, ileri düzeyde düşünce ve ifade hürriyetinin olmadığı da aşikâr değil midir? Demir parmaklıklar, aslanağzı gibi açılmış, düşünce ve ifade hürriyeti mağdurlarını beklemektedir hâlâ.
Bazı yasaklı alanların, tabuların varlığı sır değildir. Ancak kimileri için bu sınırlar yok hükmündedir. Kimi akredite düşünceler, yaşam biçimleri, tip modeller, bırakın yasaklanmayı ya da sınırlandırılmayı, sera üretimi turfanda sebze ve meyveler gibi hormonla beslenmektedir adeta.
Genelde düşünce ve ifade hürriyeti mağdurlarının düşünürler, entelektüeller, gazeteciler ve bilim adamları olduğu varsayılır. Bunun tümden yalan veya yanlış olduğunu iddia edecek değilim; bunların düşüncelerinin üzerinde de Demokles’in kılıcı zaman zaman sallanmaktadır elbette.
Ancak ben asıl siyasetçilerin düşüncelerinin üzerinde sınırlamalar ve yasaklar olduğu düşüncesindeyim. Sözgelimi Başbakan’ın, bunca siyasal gücüne rağmen, çekincesiz ve sınırsız konuşabildiğini düşünebiliyor musunuz? Samimi kanaatlerini paylaşabildiğini… Oysa bizi yönetenlerden ilk elde samimiyet bekleriz, öyle değil mi? Açıkça düşündüklerini açıklasınlar isteriz. Bunu asgari dürüstlüğün gereği sayarız. Aksi halde, bize karşı dürüst olmadıkları için, hakaret, aşağılanma, kandırılma duygusuyla iğfal edildiğimizi düşünürüz.
Kıdemli Meclis danışmanlarından Necmettin Evci ağabeyimiz, geçen gün siyasete yeni başlayanlar için bazı öğütlerde bulunduğunu söylemişti.
“En başta iyi konuşacaksınız… Ama bundan daha önemlisi var: İyi susacaksınız...”
Siyasilerine konuşmayı değil, susmayı öğütlemek, yeterince manidar değil midir?
“Aman konuşma gaf yaparsın… Aman konuşma fincancı katırlarını ürkütürsün… Aman konuşma lideri küstürürsün… Aman konuşma seçmen yanlış anlar… Aman konuşma liberaller küser…” İlaahir bu listeyi uzatmak mümkündür. Bu şartlarda siyaset yapmak, mayınlı arazide yol almaktan daha zordur.
Çok konuşan siyasinin öyle ya da böyle bir gün baltayı taşa vuracağına kuşku yoktur elbette. Cer cer konuşmaktan başka iş yapmaz siyasetçinin makbul olduğunu söyleyecek değilim. Üstelik kişisel olarak bu tiplerden çok haz ettiğim de söylenemez.
Ancak yine de bu cendere hali fena halde içimi burkuyor benim.
Yazık ki, siyasileri çepeçevre kuşatan ve sınırlayan sadece mevzuat hazretleri değildir. Ondan önce, mahalle baskısı gelir. Vay sen misin dandik bir heykele laf çakan… Gizli ajandanızdan girilir, ikiyüzlülüğünüzden, takiyyeciliğinizden çıkılır… Altı üstü bir heykel, ne çıkar demeyin, AB politikalarınız bile sorgulanır. Sigara içilmesini sınırlayan düzenlemeler çağdaş ve medeniliğin gereği sayılır da, ‘her kötülüğün başı’ sayılan alkolle ilgili düzenlemelerin altında ne hikmetse başka manalar aranır. “İslam ülkeleri ile yakınlaşmanızın altında, demek bu varmış…” denilir, manalı manalı parmak sallanır…
Hal böyle olunca, konuşmaya kimin mecali kalır! Kim gerçek yüzüyle karşınıza çıkar!
Bir masum laf işte deyip geçemezsiniz. Kolay mı öyle! Başbakan bile, “Aksırıncaya tıksırıncaya kadar içiyorlar” lafını, “Ben de insanım, ben de hata yapabilirim” diye yumuşatmak durumunda kalmadı mı? Bir de onun için eleştirilere kulaklarını tıkıyor derler…
Medya kalemşörlerinin ‘otorite’ olarak her gün ve hemen her konuda görüş açıklamaları olağan sayılır. Düşünce ve ifade hürriyeti onlar içindir. Yalan da olsa, yanlış da olsa… Hatta onların hakaret etme hürriyetleri de vardır. Bir yazar, bir Başbakana “Haddini bil” diyebilir, haddini bildirebilir, ne ki, Başbakan yazar aleyhinde hakkını arayamaz.
İşin ‘kim haklı, kim haksız’ tarafında değilim. Başbakanla Ahmet Altan arasında taraf tutacak halim yok. Kimse beni ‘bitaraf olan, bertaraf olur’ diye taraf olmaya zorlamıyor. Anlatmak istediğim konu başka.
Benim sahiden merak ettiğim konu şudur: Gerçekten Başbakan mı, yoksa Ahmet Altan mı düşüncelerini daha rahat ifade edebilmektedir? Kim daha özgür?
Siyasiler, yanlış anlaşılmaktan korktuğu kadar, Allah’tan korkmuyorlar. Oysa rahat olmaları gerekmez mi? Kendilerini baskı altında hissetmeleri, maskeyle karşımıza çıkmaları daha mı iyi? Siyasetin açık ve şeffaf olmaya ihtiyacı yok mu sizce de? İyi ama onlar ‘gak’ dediğinde bir taraf koro halinde, ‘guk’ dediğinde diğer taraf yine koro halinde susturulursa, nasıl kendileri olacaklar ki?
Medyanın yargılaması ve mahkum etmesi, yüce yargının yargılamasından daha etkili / caydırıcı olabilmektedir. Bir şekilde yasaların etrafından dolaşmak mümkündür; bu zeka ve kabiliyetinize bağlıdır. Ama medya canavarlarının elinden öyle kolay kolay kurtulmak ne mümkün!
Medya ‘gerici’ yaftası yapıştırdı mı, bunun temyizi de yoktur; öldüğünüzde bile yakanızdan düşmez; adınızdan önce gelir. Ne yazık ki, medyanın uyguladığı baskı, en az mevzuat hazretlerinin baskısı kadar düşünce ve ifade hürriyetinin önünde engel teşkil etmektedir.