Yargının halleri!
Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) bağımsız adaylarla ilgili verdiği karar çok tartışıldı, daha çok da tartışılacaktır.
YSK kararının 12 Haziran seçimlerini etkilemek amacıyla alındığı üzerinde ciddi kuşkular bulunmaktadır. Ancak sadece 12 Haziran seçimlerini etkilemekle kalmayacağı da açıktır. Ajite edilmeye müsait bir alan resmen kaşınmıştır; nitekim Güneydoğu ve bununla bağlantılı büyük kentler bomba olmuş patlamıştır.
Yargının kararlarını art niyetle aldığını söylemek haksızlık ve bühtan olabilir. Ancak bu kararların en azından özensiz olduğu da söylenemez mi? Bu yargımı, sadece YSK ile bağlantılı söylüyor değilim. Zaten sadece YSK’nın son kararı tartışmalı olmuş olsaydı, buradan bir genelleme yapmak olanaklı olmazdı.
28 Şubat sürecinden sonra, Yüksek Yargı organlarının aldığı bütün kararlar öyle ya da böyle tartışmalı olmamış mıdır? Örneğin Anayasa Mahkemesi’nin iktidardaki Refah Partisi’nin (RP) kapatılması kararının yegâne sebebinin ‘hukuki’ olduğu söylenebilir mi? Hatta bu kararın ‘hukuki’ bir yanının olduğu iddiası havada kalmaz mı? Sorun galiba şudur: Türkiye’de Yüksek Yargı organları, devlet siyasetinin uygulayıcısı durumunda olan yüksek siyaset organları gibi hareket etmektedir. Ne Anayasada ne de yasalarda yüksek yargı organları için böyle bir görev tanımı yapılmış değildir, böyle bir misyonları yoktur, olamaz. Ya işgüzarca davranıp, durumdan vazife çıkarmaktadırlar ya da yargı organlarının itibarına, onuruna yakışmayacak biçimde yüksek tansiyondan/tazyikten etkilenmektedirler.
Yüksek Yargı organlarının verdikleri kararlar bırakın hukuki olmayı genellikle kanuni bile olmamaktadır. Ne Anayasa ne yasalar, göstermelik olsa bile kaale alınmamaktadır. Hatta ben öyle inanıyorum ki, Anayasayı ve yasaları yüksek yargı organlarının tasallutundan kurtarmak gerekmektedir. Ağır kaçmayacaksa açık söyleyeyim, anayasayı yüksek yargının taciz ve iğfalinden nasıl kurtaracağız!
Hakem kararları gibi hakim kararlarının da yüzde yüz adaletli olması beklenemez. Yüksek yargı organları karar alırken, ancak mevzuata göre karar verebileceklerini akıllarından çıkarmamalıdır. Kaldı ki, yargının omuzlarına bir misyon yüklenecekse, o da adaletin tecellisine çalışmak olmalıdır. Kanunlar alenen hak ve hukuka aykırı ise, verilen kararlar kanuni olsa bile hukuki olamaz. Demem o ki, Anayasa Mahkemesi, yasa koyucunun çıkardığı yasaları, güya anayasaya uygunluk açısından denetlemektedir, halbuki asıl temel ve evrensel haklara uygunluğu açısından denetlemeleri gerekmez mi?
Yargının kararları behemehal adalet duygusunu tatmin etmek durumundadır. Hayvanların sürü olarak yaşamaları için adalet duygusunun tesisine ihtiyaçları yoktur, ancak insanlar öyle mi! Adalet duygusu zedelenirse, insanları bir arada tutmanın yolu da, anlamı da kalmaz.
Hangi gerekçenin ardına saklanılırsa saklanılsın, aldıkları tartışmalı kararlar, yüksek yargı organlarının adaletlerine güven duymamızı zorlaştırıyor. Gördüğünü çalan hakemin çaldığı düdük yanlış bile olsa, bu yanlışlık onun adaletinden şüphe etmemizi gerektirmez. Yargının verdiği kararlar da yanlış olabilir; ilahi adaletten söz ediyor değiliz. Fakat yargının adaletle hükmetmeye azmetmiş olduğundan emin değiliz. Yüksek yargı üzerinden siyaset yapılmak isteniyor. Bu uğurda adalet duygusunun aşınması, çok da önemli bir mahzur olarak telakki edilmiyor sanki.
Yüksek yargının bir devlet organı olduğu doğrudur. Devletin adaleti tesis etmek gibi bir görevi vardır çünkü. Ancak ne var ki, devlet organı olması, devlet siyasetini emir telakki etmesini gerektirmez. Bu durumda, adalet tesis edilmez. Hatta gerektiğinde, vatandaşları devlet erkine karşı korumak gibi bir mükellefiyeti vardır yargının. Aksi halde ne yargı ne de devlet üzerine düşeni yerine getirmiş olmaz.
Devletler tanklarıyla toplarıyla, askeri güçleriyle güçlü olmazlar, adalet yoksa... Kim siyaset yapmak uğruna adalet kurumlarının adaletinden emin olamayacağımız şekilde yıpranmalarına vesile oluyorsa, bilsin ki devletin hayrına iş tutmamaktadır.
Gerçi yargı kararlarının ‘tartışılır’ olmasından hiç kimsenin memnuniyet duyduğunu sanmıyorum. Yargı üzerinden yürüyen haklı/haksız tartışmalar son tahlilde yargıya zarar vermektedir. Zaten kör topal işleyen yargının, bir de bu tür tartışmalardan olumsuz etkilenmesinde kimin, ne çıkarı olabilir ki!
Ancak yargının tartışılır olmasının göbeğinde yargı kararları vardır. Yargı kararlarının tartışılır olmaktan çıkartılması için de öncelikle yargıya görevler düşmektedir. Adalet tesis edilmedikçe yargı kararları elbette tartışılacaktır. Bu durumda kararlarını tartışmayalım, yargıyı yıpratmayalım demenin de bir yararı olmayacaktır. Sorunu görmezden gelmenin sorunun çözümüne katkısı yoktur.
Deveye sormuşlar neren eğri? “Nerem doğru ki!” demiş. Hangi kurumumuz düzgün ki! “Varsın yargı da düzgün olmayıversin!” denilemez. Yargının sorunları ve içinde bulunduğu hal her ne ise, hepimizi ilgilendirir. Bu tartışmalı kararlar ve sorunlar, sadece yargının sorunu olarak görülemez. Yargıya musallat olan virüs, kanserli hücre gibidir; bütün vücuda yayılır. Adalet tel tel dökülüyorsa, toplumsal barış tesis edilemez. Toplumsal barış olmadan huzur olmaz, milli birlik beraberlik duyguları pekiştirilemez. Kimileri ekonomik gelişmeleri daha önemli görebilir. Şöyle diyelim: Adalet olmazsa, ekonomik gelişmeler de bir anlam ifade etmez. Hani derler ya, et kokarsa tuzlarsın, ya tuz kokarsa! Bu durum, tuzun kokmasından farksızdır.
Bu yazının ana fikri şudur: YSK’nın toplum mühendisliği gibi bir görevi yoktur.