Merhum Muallim Mahir İz
Vefatının kırkıncı senesinde Mahir İz Hoca için bir anma toplantısı tertipleyen ve hacmi küçük olmakla birlikte muhtevası büyük bir kitap kadar kıymettar 32 sayfalık bir broşür yayınlayan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Başkanlığına, bu hizmetleri yürüten daire başkanı Av. Numan Güzel beye teşekkür ve minnetlerimi takdim ediyorum.
Merhum Mahir hoca hakkında keşke şöyle kalıcı bir hizmet daha yapılabilse:
Hocanın değerini, menkabelerini, ahlak ve faziletini, bize örnek ve model olması gereken özelliklerini, hizmetlerini, adam yetiştirmesini anlatan yüz sayfalık küçük bir kitap hazırlansa, her baskısı on bin adetten az olmamak şartıyla basılsa, birkaç sene içinde tirajı yüz binlere, hatta milyona ulaşsa, okuyanlar aydınlansa, ibret alsa, bu kitapçık gençliğe yol ve yön gösterse... Bu kitapçığı mütalaa edenler ilim irfan, ahlak fazilet, ihlas mürüvvet neymiş; vasıflı bir öğretmen nasıl olurmuş, İslam'a nasıl hizmet edilirmiş, nasıl adam yetiştirilirmiş öğrense... Ne iyi olur değil mi? Bizde böyle hizmetler niçin yapılmıyor?
Sadece Mahir bey için değil, yakın tarihimizin, Müslüman kütleler tarafından yeteri kadar bilinmeyen ve değerlendirilmeyen yirmi beş kadar şahsiyeti için de böyle hizmet kitapları çıkartılmalıdır. Ali Fuat Başgil...Nurettin Topçu...Hasan Basri Çantay...Celalettin Ökten Hoca... Ömer Nasuhi Bilmen...Necmettin Okyay... Süheyl Ünver... Muallim Cevdet...Eşref Edib...ve daha on beş yirmi kişi...
Merhum üstad Muallim Mahir İz Hocadan söz açıldığında, hatıra ilk gelen şeyin eğitim ve öğretmen olması gerekir.
Türkiye'de çeşitli sıkıntılar, krizler, aksaklıklar, dertler içinde yaşıyoruz, yahut sürünüyoruz. Bunun birkaç ana sebebi vardır ve bunların başında da eğitim sistemimizin son derece düşük, menfi ve kalitesiz olması, çocukları ve gençliği iyi yetiştirememesi, yetiştirmekten geçtim, bozması gelir.
Bizde eğitim denilince akla öncelikle beton okul binaları ve dershaneler gelir; sıralar, kara tahtalar, yatılı okulun yatakhaneleri...
Eğitim sistemini tartışmayız. Bugünkü Tevhid-i Tedrisat sistemi okullarının binaları Çırağan sarayı gibi olsa, öğrenciler akaju ağacından mamul sıralarda otursa, zemin en pahalı granit ile kaplı bulunsa sanki eğitim düzgün ve kaliteli mi olacak?
Eğitimi eğitim yapan her şeyden önce sistemdir. Bir İslam ülkesi olan Türkiye'miz resmî ideoloji üzerine müesses Tevhid-i Tedrisat ile yükselmez, Tevhidî tedrisat ile yükselir.
Merhum Mahir Hoca millî kimlik, kültür ve medeniyetimize uygun eğitimin en başarılı üstadlarındandı.
Artık bundan sonra yeni bir Mahir İz gelir mi, bu hususta çok şüpheliyim. Medine-i Münevvere kadısının oğlu, Şeyhülislâm'ın yeğeni muallim olacak... Artık ne Osmanlı Medinesi var, ne Osmanlı kadısı, ne de Şeyhülislâm...
Lakin bu memlekette bir Tevhidî eğitim sistemi kurulabilir; ülkenin en kabiliyetli, istidatlı, ruh asaletine sahip, ahlaklı, faziletli çocuklarının bir kısmı öğretmen ve eğitimci yetiştirilir ve ülke hak yolda yüceltilebilir.
Bendeniz Mahir Hoca'nın okul öğrencisi olmadım. Kendisiyle liseyi bitirdikten sonra 1952'de tanıştım. Üstad ile tanışmam hayatımın dönüm noktalarındandır.
Mahir bey kimdi?
1. O vasıflı bir Türkiyeli idi. İnançta, düşüncede, kültürde, amelde vasıflıydı.
2. Vasıflı bir Müslümandı.
3. Çok vasıflı bir öğretmendi.
4. Övgü edebiyatı yapmıyorum, gerçekten yüksek ahlak, karakter, fazilet sahibi idi.
5. Bir hizmet insanı idi.
6. Yüksek bir aileye mensuptu. Aynı zamanda ruh asaletine sahipti.
Bu kadar vasfa bir arada sahip olmak her fâniye nasip olmaz.
Mahir beyin özelliklerinden biri de zengin, yazılı, edebî Türkçeyi çok iyi bilmesi idi. Yakın tarihimizde iyi Türkçe bilenlerin belki de sonuncusu, hâtemi idi. Hepimiz Türkçe biliyoruz yazıyoruz ama onun Türkçe bilgisi başkaydı. 1950'li yıllarda Ankara'da Siyasal Bilgiler Fakültesinde okurken, Ali Himmet Berki'ye elden teslim etmem için bir mektup vermişti. Ali Himmet Hoca Osmanlılar zamanında kadılık yapmış, sonra Cumhuriyet adliyesine intikal ederek Yargıtay daire başkanlığına kadar yükselmiş bir fıkıhçı idi. Emekli olduktan sonra avukatlık yapıyordu. Mahir beyin mektubunu götürüp kendisine verdiğimde okumuş ve kıraatini bitirdikten sonra "Bu Mahir beyin edebiyat-ı osmaniyesi kuvvetli imiş" demişti.
Merhum Mahir bey üstadımız hanegî metoduyla değerli ve ziyalı münevverler yetiştirmiştir.
Onda zerre kadar kibir, gurur, kendini beğenmek, nefsini yüceltmek görülmemiştir.
Ehl-i Sünnet itikadında, beş vakit namazını kılan, ahlak-ı hamîde sahibi bir zat idi.
Anne ve baba tarafından seyyid olduğunu kimseye söylemezdi. Bunu nice yıllar sonra öğrenmiş bulunuyoruz.
Onun en büyük kerameti, İslam'a karşı olan tevhid-i Tedrisat içinde Tevhidî tedrisat yapmaya muvaffak olmasıdır.
Gerçek bir İstanbul efendisi idi, medenî bir Müslümandı. Bedevîlik onun yakınından geçmemiştir.
Elli dokuz sene öğretmenlik, mektep müdürlüğü yapmış, bu müddet zarfında maaşıyla geçinmiştir. Yine kimse bilmezdi, her ay maaşını alınca kırkta birini ayırıp tasadduk ederdi. Böylece zekâtını da peşinen ödemiş olurdu.
Bendenizde hiçbir şahsî fazilet yoktur. Fazilet gibi görünen bazı kırıntılar, merhum ve mağfur üstadlarımın, hocalarımın ve büyüklerimin faziletlerinin akisleridir.
Mahir İz bey gibi değerli muallimler (öğretmenler) genç nesillere tanıtılmalı, onların menkabeleri anlatılmalı, gençlerin onları örnek ve model almaları sağlanmalıdır.
Âhir zaman fitnelerinin en büyüğü, paranın put haline gelmesi, şaşırmış insanların ona tapınmalarıdır. Nefs-i emmâre ihtirasları, benlik, riyâset sevgisi, çeşit çeşit çılgınlıklar Ümmet-i Muhammed içinde büyük tahribat yapmaktadır. Gençlere Mahir bey ve emsali değerli şahsiyetler tanıtılır ve anlatılırsa toplumda salah olacağını ümid ediyorum. Herkes ibret alıp düzelmese bile, düzelenler olacaktır.
Üstad Kemal Edib Kürkçüoğlu'nun, Mahir beyin vefatına dair yazdığı tarihli manzumesindeki şu mısralar onu tasavvuf boyutu hakkında bizi aydınlatmaktadır:
"Âşıktı Resûl-i Kibriya'ya, Bâ-hürmet-i hubb-i Âl ü Evlâd
Merbut idi Şah-ı Nakşbend'e, Görmüştü halîfesinden imdad"
İslam'a ve Müslümanlara hizmet etti, fâni dünyayı bırakıp gitti.
Hüda-yı Lemyezel kabir rahatlığı ve âhiret saadeti ihsan buyursun. Ruhu şâd olsun.
Merhum Mahir beyle ilgili bazı küçük notlar, hatıralar:
Mahir bey hanegî eğitimi ile insan yetiştirirdi. (Bunun ne olduğunu bilmeyenler kaynaklara müracaat edip öğrensinler.)
Bendenizi bir gün Emirgan tepesinde merhum Fuad Şemsi beyin devlethanesine götürmüştü. Fuad Şemsi bey başlı başına yaşayan bir tarihti, evi müze gibiydi. Ya Rabbi, ülkemize yeniden öyle büyük ve her biri tek başına bir ümmet olan şahsiyetler gelir mi?
Bir gün Kanlıca'da yol kenarında bir kahvede yoğurt yiyorduk. Sokaktan seyyar bir bıçakçı geçiyordu, Mahir bey onu tanıdı, selamlaştılar, ayak üstü biraz konuştular. Bıçakçı doğulu bir vatandaştı. Gittikten sonra Mahir bey "Bu zatı bilir misiniz, o Mesnevî-i Şerifi ezbere bilir" demişti.
Yazların bir kısmını Kanlıca'da ablasının köşkünde geçirirdi. Salı günleri sohbet olurdu:Celal Ökten hoca, Cevat Rıfat Atilhan, Necati Lugal, Kuleli Askeri Lisesi öğretmenlerinden Sıtkı Karababa gelirdi.
Celal hoca yaz aylarında Kanlıca ile Çubuklu arasındaki harap bir köşkte otururdu. Köşkte elektrik yoktu. Göçmesin diye orta sofanın tavanına kocaman bir direk dikilmişti. Celal efendi haftalar boyunca Hz.Ali ve Hz.Muaviye ihtilâfı konusunda ders vermiş, duyanlar koşup gelmiş, dinleyenlerin sayısı artınca korkup dersleri kesmişti.
Hoca beni Eminönü Arpacılar Camii aralığında yazın İstanbul dondurması, kışın sahlep satan Arnavut'a götürmüştü. İstanbul dondurması tarihe karıştı...
Kitap sevdiğimi bildiği için bir gün üşenmemiş, beni Bakırköy'de eski bir eve götürmüştü. Ev sahipleri ile bir şeyler konuşmuş, sonra alt kata indirmiş, oradaki eski kitaplardan istediğimi alabileceğimi söylemişti. Bir kenarda bir yığın tesbih vardı. Tesbih seç onları da al demişti. Balık dişi 99'luk bir tesbih almıştım. Kitaplar merhum Dr. Ahmet Ateş beye aitmiş...
Hocayla Üsküdar Kuruçeşme'de oturduğu, Dr.Keleşyan'a ait evde tanışmıştım.
Bendenizi yetiştirmek, faydalı olmak için hayli mektup yazmıştır. Bunlar kaybolmadıysa, evrak yığınlarının içinden çıkarsa inşaallah aynen fotoofset usulüyle yüz nüsha bastırmayı düşünüyorum. Belki merak edip yararlanan olur.
Hocanın kayınpederi Muhyiddin Raif bey Osmanlıcayı ve İngilizceyi çok iyi bilen kültürlü bir İstanbulluymuş. Türkçe ve İngilizce rubai yazmıştır. Bir gün Konya Lezzet lokantasında yemek yiyormuş. Yan masadaki iki İngiliz, vişne hoşafı içerken çekirdekleri çıkartmasını beğenmeyip kendi aralarında İngilizce tenkit etmişler.Muhyiddin bey duymuş, edebî bir İngilizce ile onları fırçalamış. Mahcup olmuşlar, kalkıp eline sarılmışlar.