Dağdaki çobanı anlayabilmek
Birkaç zaman önce malumunuz olduğu üzere "Dağdaki çoban Olabilmek" başlıklı bir yazı yazdım. Hangi tartışmayla bağlantılı olarak böyle bir yazı yazdığımı herhalde bilmeyen yoktur. O yazıda geçen cümlelerden biri, "Dağdaki her çoban, hayatın özüne, varlığın hakikatine, vicdanının sesine dokunmaya bütün insanlardan daha yakındır" cümlesiydi ve bu cümlenin yazının ana fikri olarak kabul edilmesine de bir itirazım olmaz. Bu cümlenin arka planıyla birlikte okunması gereken bir cümle olduğu açık... Takdir edersiniz ki yazı yazarken sizlerin bu arka planı ıskalamayacağınızı varsayarak yazıyorum. Ancak aldığım üç beş mesajdan anladım ki bunun istisnaları da var. Söz konusu yazıyı bir okuyuşta anlayan, sadece kabuğuyla yetinmeyip arka planı için de zihnini zorlamayı göze alan sevgili okurlarıma bir parça haksızlık yapma pahasına konuya bir daha dönmek istiyorum. çünkü bu çobanlık meselesi önemli...
Esasen konu felsefi derinliğiyle birlikte seksenli yıllarda ülkemizde hiç hafife alınamayacak kadar esaslı biçimde tartışılmıştı. Bu tartışmalardan ve sonraki yıllara uzanan etkilerinden haberdar olanlar için konunun esasen, adı lazım olmayan bir mankenle, dağdaki çoban arasında geçmediği aşikar... Tabiatına yakın olanla-tabiatından hızla uzaklaşmakta olan arasındaki bir kıyaslamadan sözetmekteyiz burada özet olarak... Bu sebeple, "Ahkâm keseceğine, git o zaman çoban ol!" mantığının bana dokunan bir tarafı yok. çünkü benim söylediklerimin bu cümlenin temel mantığıyla bir ilgisi yok.
Burada sıkıntı diller arasındaki uzaklıktan kaynaklanıyor. Ben medyanın ürettiği tartışmaya medyanın uzağındaki bir dilin kelimeleriyle dokunmaya çalışıyorum. Buna karşılık, beni çoban olmaya davet edenler medyatik dilde ısrar ediyor. Bu anlaşılabilir bir durum, ama bir ortak noktada buluşulması da zor görünüyor.
Zaman zaman içinde "ahkâm kesmek" gibi, "kendini bir şey zannetmek" gibi kalıplaşmış nezaketsizlik sözcükleri içeren mesajlar geliyor posta kutuma... Bu mesajların, yazdıklarıma göz ucuyla bakan zihinlerce yazıldığını düşünüyorum ve üstünde durmuyorum. Benim "çoban" dediğimde ne kastettiğimi izah etmem gerekmeyen yeter sayıda insanla bu köşe aracılığıyla muhabbetim uzun yıllardır sürüyor. Kendimi ifade etmek için medya ortalamasında bir dile geçmem gerekecekse, orada da sessizliği tercih ediyorum. Bunun ne "ahkam kesmek"le, ne "kendini bir şey zannetmek"le bir ilgisi var! Yazıyı içeriden okuyanlar, dağdaki çobanı sadece o mankenden değil, çoban olma yeterliğini kaybetmiş yarı modern bir yazar olarak kendimden de üstün gördüğümü zaten farkettiler.
Kanaat oluşturmakla klişelere teslim olmak arasında çok fark var. Kanaat oluşturma gayretinde olanların klişelerle, klişelere teslim olanların kanaatlerle yakınlık kurabilmesi mümkün olmuyor. Bunu ne kadar becerebildiğim ayrı konu, ama ben yerimi kanaat oluşturma gayreti içinde olanlar arasında arıyorum. Sahibi olduğum tek iddia bu arayışımdır ve bunu önemsiyorum. öte taraftan, dünyanın yeni düzeninin, klişelere teslim olarak yaşayanların sarsılmaz bir bilmişlik duygusuyla ömürlerini tamamlamalarına izin verdiğini de bilmiyor değilim. Bu bana çok trajik geliyor. Esasen bana bu yazıyı yazdıran rahatsızlık da işte bu adı konmamış trajedidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.