CHP ve siyasi haricilik
Son zamanlarda özellikle Başbakan Erdoğan'ın konuşmalarına ve Taksim'de 1 Mayıs, DTP ve Kürt sorunu gibi bazı konulara yaklaşımlarına sirayet etmiş olan tavırları dolayısıyla AK Parti'nin giderek en kötü yanlarıyla rakiplerine benzeme tehlikesi yaşamaya başladığını söylemiştik.
Sevinelim mi üzülelim mi karar veremiyorum, ama rakiplerinden CHP olanı bu benzeşmeye izin vermeyecek gibi. Kurultayını dün itibariyle, yani e-muhtıranın 1. yıldönümü olan 27 Nisan tarihinde tamamlayan CHP'nin ortaya koyduğu tablo “kendini aşma”nın, arayı büyük farkla açmanın mükemmel bir örneğini oluşturuyor. AK Parti sanırım istese de bu kadarını yapamayacak veya bunun için çok çalışması gerekecek, çok...
Kurultaya doğru giderken hazırlanıp kullanılan bir afişi Kürşat Bumin iki gün üst üste nefis üslubuyla ele aldı.
“Oğlan bizim kız bizim” der gibi, biraz AB'yi biraz AKP'yi çatlatırcasına “din de bizim, devlet de bizim, millet de bizim” diyerek Türkiye'nin çok partili hayata geçmiş olduğu gerçeğini bir türlü kabullenemeyen histerik bir slogan attırmış CHP.
Sloganın uzun uzun söylemsel tahliline veya içerik çözümlemesine tabii ki gerek yok. Gerçekten de işin psikolojik tarafı çok daha anlamlı bu ifadelerin. CHP istediği kadar hem dinin hem milletin hem de devletin kendisine “ve ama sadece kendisine” ait olduğunu düşünsün. Böyle yaptıkça aslında toplumun sosyolojik düzeyinin çok altında olduğunu daha fazla gösteriyor. İktidara ulaşma konusunda ümitsizleştikçe insanların makullüklerini daha fazla yitirmeleri kaçınılmaz değilse bile anlaşılmaz değildir.
Bu ifadelerin Tandoğan'a atfedilen meşhur “bu memlekete komünizm lazımsa onu da biz getiririz” şeklindeki ifadelerle dile gelen jakoben tutumla bir alakası yok. O dönemde Tandoğan gerçekten memlekete lazım olanın ne olduğunu tayin edip getirebilecek bir zümre adına konuşuyordu. Oysa CHP'nin konuştuğu yer öylesi bir iktidar konumu değil, olsa olsa böylesi bir iktidar vehmi konumudur. Bu vehim iktidara uzaklaştıkça daha da artabilir. İktidarda gözü olmayanlar giderek daha bir radikalleşir ve olmadıkları şeyin hayalini daha fazla kurmaya başlarlar. Hayalini kurdukları düzeyin dünyayla bir ilgisi kalmamış, umurlarında değil. Bu, sadece o dünyayla ilişkilendiremedikleri gerçek dünyayı daha kolay yakmayı göze almalarını sağlar. Olay psikolojik, ama hafife almayın lütfen, psikoloji ciddi bir konudur.
Bir tür siyasi hariciliği andırıyor bu durum. Hariciliğin tipik kinizminde de iktidar ihtimaline olan uzaklığın büyük payı yok mudur? CHP bütün bu değerlere münhasıran, tek başına sahip çıkarken başkalarına bu değerlerden hiçbir pay bırakmak istemeyen tehlikeli bir kıskançlık sergiliyor. Kürşat Bumin'in dediği gibi bunu yaparken ne teokrasiye ne totalitarizme ne faşizme düşmekten yana en ufak bir endişesi yok. Tam bir harici gibi kesin inançlı, laiklik adına tekfirci.
Baykal'ın İslami terminoloji içinden en çok harici-tekfirci jargonunu benimsemiş olduğunun çok işareti var. Daha önce Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine karşı çıkarken “devlet egemenliğine şirk koşulmaz” demişti mesela. “Din de bizim” sözleriyle de bir arada düşünüldüğünde kendine yakışanı bulmuş oluyor gibi: “siyasi haricilik”
CHP'nin Türkiye'ye reva gördüğü yönetim biçiminin provası veya pilot uygulaması parti yönetiminin içinde yapılıyor. Türkiye için nasıl bir demokrasi hayal ediliyorsa, parti içinde fiilen o uygulanıyor bile. Aday olmak için bile delegenin en az yüzde 20'sinin öneri-imzasının şart koşulduğu bir kurultayda, tabii ki bu şartı sağlamak mümkün olamadı ve kurultayda Baykal'dan başka hiç kimse konuşamadı. Kendisi de yönetimini beğenmeyenlere son derece demokratik bir seçenek gösterdi: “ya sev ya terk et!”.
Beğenmiyorsan git kendi partini kur.
Adına ister Jakobencilik ister siyasi haricilik deyin, bu keşke CHP içinde sadece Baykal'ın kişisel özelliklerine bağlanabilecek bir sorun olsaydı.
Ne yazık ki Türkiye'nin ana muhalefet partisinin bu sorunu yapısal bir nitelik arz ediyor. Muhalif adayların kurultay sürecindeki açıklamalarını da dinledik. Hiç biri gündemdeki siyasal sınav konularının hiçbirinde Baykal'dan daha iyi bir profil ortaya koyamadı.
ülkenin ana-muhalefet partisinin durumu gerçekten içler acısı. AK Parti böyle bir partinin ana-muhalefetliğinden memnuniyet duyuyor olabilir. Ne de olsa kolay ve ucuz muhalefet iktidara kısa vadede büyük avantaj sağlar.
Oysa ucuz muhalefet alışkanlığı, zararlı bir alışkanlıktır, öldürmese de süründürür..
Hasbelkader bir ana-muhalefet olarak karşısına çıkmış bu partiye laf ve siyaset yetiştirmeye çalışmanın ayak kaydırıcı tehlikelerinden endişe duymak daha hayırlı olur.