İbnülemin Mahmud Kemal ve Eğitimde Bir Yaramız
Zaman zaman sorarız, “acaba şimdi neden eski alimlar gibi devler yetişmiyor?”
Belki hala vardır onlara benzer alimler. Ama bulursanız göreceksiniz ki onlar da kendilerini özel yetiştirmişlerdendir.
Yani bugünkü ilk ve orta öğrenimi kendisine verdiğimiz Milli Eğitim sistemimiz ve yüksek öğretimi emanet ettiğimiz üniversitelerimiz maalesef bir insan katilidir. İnsan yetiştirmekten daha çok adam oyalamaktır, hatta belki de harcamaktır amacı Allah bilir ya.
Sürekli eskiyi kötüleyen ve onu ezbercilikle suçlayan bu sistem, ben de içlerinde dahil olmak üzere ezberciliğin aleyhinde o kadar etkiledi ki insanları, bizim gibi imam hatip, vaiz, müftü, din dersi öğretmeni olacaklar bile, Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerifleri ezberlemekten kaçtık. Aklımızda üç beş sayfa şiir yoktur. Matematik, fizik, kimya gibi dersleri de sevmedik “formül” ezberletiyorlar diye! İyi mi?
Oysa bugün bakıyorum da itiraf ediyorum, “ne kadar yanlış yapmışız” diyorum. Ezber olmadan ilim olur mu?
Elbette anlamadığımız ibareleri papağan gibi tekrar etmenin bir yararı yok, ama ya anlayarak ezberlemek?
Bırakın matematik, fizik, kimyada formül ezberlemeyi, insan şiir ezberlemeden şair, güzel sözler ezberlemeden hatip bile olamaz. Ya hukuk ezberlemeden hukukçu olunur mu? Tarihçi isim ve tarihleri ezberlemeden nasıl tarih öğrenecek? Sanki felsefe farklı mı?
Eskiler ezberlerdi. Hem de anlayarak. Onun için konuştular mı saatlerce konuşur ve dinletirlerdi. İnsan ağzı açık dinlerdi onları hayran kalarak. Ezberlerinde divanlar vardı sanki. Olaylar, tarihler, örnekler… Kur’an-ı Kerim’i, hadis-i şerif kitaplarını, fıkıh ve usulünü, hatta dil bilgisinden nice sarf ve nahvi ezberleyen vardı.
Nerde peki şimdi bu adamlar?
Yok!
Niye yok?
İnsan beyni mi küçüldü?
Değil elbette. Modern eğitimden geçti de ondan.
Batılılar ezbere karşılar mı? Sahiden öyle mi?
Bize nasıl kıyıyorlar böyle?
Dünü beğenmeyiz. Osmanlıyı hakir görürüz. Ama hala mesela bir Elmalılı Hamdi’yi, İsmail Saib Sencer’i, Ömer Hilmi’yi, Ömer Nasuhi’yi, Ahmet Cevdet’i, Ali Emirî’yi, Ömer Ferid Kam’ı, Said Nursî’yi, İbnülEmin Mahmut Kemal’i, Zahidü’l Kevseri’yi, Mehmet Akif’i, Es’ad Erbili’yi, Mahmut Sami’yi ararız ama bulamayız. Oysa bunlar Osmanlı’nın en buhranlı zamanında yetiştirdikleridir. Ve hepsi de ana metinleri ve külli kaideleri ezberlemişlerdir.
Mesela İbnülemin Mahmud Kemal İnal'ın en belirgin özelliliklerinden biri de üstün zekâsı ve parlak hafızasıdır. Otuz yıl önce gördüğü bir adamı bile bu kadar uzun bir süreden sonra derhal tanıyan bu nadir yaratılışlı insan, tarihi, edebî konularda, özellikle biyografi sahasında hemen herkesin müracaat mercii idi.
Sorduğunuz her soruyu en küçük bir yanlışlığa düşmeden zamanını ve mekânını bile belirterek, basit ayrıntıları dahi ekleyerek ânında cevaplandırırdı. Çağdaşı olan Ali Emiri gibi, o da yüzlerce şiiri ezbere okur, kelâm-ı kibarları, darb-ı meselleri peş peşe sıralardı. Kafası tanzim edilmiş zengin bir arşiv gibiydi.
Bundan dolayıdır ki, kendisine "Kafasını içi, kütüphanesinden daha zengin olan adam" denilmişti. Hazret'in ne büyük bir hafıza şampiyonu olduğunu gösteren enteresan menkıbelerin sayısı hayli kabarıktır. Onların hepsini sıralamaya kalkışırsak ortaya kocaman bir kitap çıkar, işte bir örnek:
Bazı Amerikalı ilim adamları, şöhretini duydukları Üstadı ziyaret etmek için İstanbul'a gelirler, Mercan'daki konağın yolunu tutarlar, derken bir anda kendilerini mezarlıklara hayat veren, ölüleri dirilten bu büyük âlimin karşısında bulurlar.
Tanışma ve konuşma faslı biraz ilerledikten sonra misafirler, Kanunî Sultan Süleyman dönemiyle ilgili bir araştırma yaptıklarını, bu konu hakkında bilgi topladıklarını söylerler. Mahmut Kemal Bey, verdiği bilgilerle Amerikalıları son derece şaşırtır. Anlattıkça coşar, coştukça anlatır.
Adamlar Kanûnî devrinde yaşamış şairlerden herhangi birisinin el yazısını görmek istediklerini dile getirirler.
Ibnülemin tercümana "Ayağın temiz mi?" diye sorar. Tabii ki tercüman şaşırır, ayak temizliği ile bir şairin el yazısı arasında nasıl bir münasebet bulunduğunu anlamaya çalışır. O düşünedursun, Hazret şöyle seslenir:
- Eğer ayağın temiz değilse şu kanepenin üstüne bir kâğıt koy, üstüne bas, üçüncü raftaki altıncı kitabı indir, yirmi beşinci sayfasını aç bak. Aradığın yazıyı orada bulacaksın!
Evet, ilim biraz da ezber demektir, ama anlayarak, kavrayarak elbette.
Ne dersiniz, eğer hazret ve benzerleri bugünkü okullarda ezber düşmanlığı ile okusalardı, acaba böyle hazret olabilirler miydi?