Generalse at sepete
Türk hukuku tutuklama kuralı üzerine kurulu ve bu durum çok sık haksızlığa yol açabiliyor.
Bunun bir örneğine Balyoz davasında yine tanık olduk.
Mahkeme, duruşmalara düzenli gelip giden, birkaç kez tutuklanıp salverilmiş olmalarına rağmen kaçma teşebbüsünde bulunmayan, adresleri belli 163 muvazzaf ve emekli general hakkında sürpriz bir şekilde tutuklama kararı verdi.
Evet, Balyoz’a konu olan davada taraf olabiliriz, bu davada gündeme gelen iddialar vicdanımızı çok rahatsız edebilir ancak bu davanın hukukiliği, tutuklamaların keyfiliği konusunda görüş bildirmemize engel olmaz, olmamalı.
Darbe hukuku ile demokratik düzen hukuku arasındaki en temel fark budur.
Birincisi iradeyi kırma, korkutucu örnek olma, ezme amacı taşır.
İkincisi ise toplumsal vicdanı tamiri ve adaleti sağlamayı.
Bence emekli generaller hakkında verilen tutuklama kararları, toplumsal vicdanı tamir etmek bir yana, ciddi biçimde yaralamıştır.
Bu dava sadece mahkemenin vereceği yargıyla ilgili değildir.
Toplum vicdanının vereceği hüküm de önemlidir çünkü burada darbe iddiaları yargılanmaktadır.
Bu davanın adilliği konusunda yaratılan her kuşku, toplumun hükmünü mutlaka etkileyecektir.
Bunun dışında, Şamil Tayyar’ın dünkü yazısında çok doğru bir biçimde vurguladığı gibi, gereksiz bir asker-sivil geriliminin doğmasına da yol açmıştır.
Tutuklama ilke değil, istisna olmalı.
Davanın adı Balyoz da olsa bu bakış değişmemeli.
Geçmişte yazdım, şimdi de tekrarlıyorum; darbecinin de hukukunu savunmak zorundayız.
Korku Cumhuriyeti
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, seçim stratejisini ‘Hepimizi tutuklayacaklar’ üzerine kurmuş.
Eğer partilileri darbe çağrıları yapıp, darbe yapmayan orduya ‘Kağıttan Kaplan’ suçlamaları yapacaklarsa, hukuk devreye girmek zorunda kalabilir. Ancak mesele bunun ötesinde önem taşıyor.
Bir kesim, askerin siyasete müdahalesini doğal gördüğü için bunun önünün kesilmesini, bunu önleyici tedbirler alınmasını korku cumhuriyeti ile açıklıyor.
Oysa, toplumun büyük bölümü yıllarca gerçek korku cumhuriyetinde yaşadı.
O yüzden CHP’nin de, bir takım medyanın da bu yöndeki yayınları toplumda karşılık bulmuyor, bulamıyor.
Ancak güvenlik güçlerinin kimi davranışları, bu iddia sahiplerinin elini güçlendirmekten başka bir işe yaramıyor.
Araplar ırkçıları mahçup etti
‘Araplar ayaklanamaz’, ‘İslam ve demokrasi bir arada olmaz’ dediler.
Şimdi bütün Arap coğrafyasına yayılan bir demokratik devrime tanıklık ediyorlar.
Bu kez de ‘İran gibi olur’ veya ‘Gördünüz mü, asker elkoydu. Halk bir şey yapamadı’ diyorlar.
Onlar bu iddiaları gündeme getirirken Cezayir ve Yemen sallanıyor. Devrim böyle bir şeydir.
Aşamalardan meydana gelir ve mutlaka hedefine ulaşır.
Diktatörün gitmesi bir aşama, çok partili rejime geçiş bir aşama, askerin asli görevine dönmesi bir başka aşama.
Mısır halkı tamamen barışçıl yöntemler kullanarak imkansız denileni başardı.
Onuruna sahip çıktı ve bölgede büyük bir değişim rüzgarının işaret fişeğini attı.
En azından susun ve saygı gösterin.
BJK’nin isyanı
Beşiktaş Futbol Kulübü Başkanı da, Galatasaray Başkanı Adnan Polat gibi Futbol Federasyonu yönetimine saydırdı.
Kulüp yönetimleri başarısız olunca Federasyon’la kavga eder. Bu birinci kuraldır.
İkinci kural ise teknik adam harcamaktır.
Fenerbahçeli olduğum için iyi bilirim bu taktikleri.
Ancak hem kulüp yönetimlerinin, hem taraftarın görmesi gereken bir gerçek var.
Bu kadar para harcayan, kulüplerini büyük borç yükü altına sokma pahasına her futbolcuyu alan başkanlar.
Yönetim demiyorum çünkü Türkiye’de kulüplerde başkanlık sistemi var.
Futbol kulüpleri Federasyon’dan önce kendilerini sorgumalı bence.