İlim Yolcularına
“Bu zamanda niye ilim adamı az çıkıyor?” sorusunun cevabını bulmak o kadar da zor değildir herhalde:
“İlim adamı olmak kolay değildir de ondan.”
Bunu baştan bilelim, ilim adamı olmak gerçekten zordur. Bu zor oluş belki alışılırsa şüphesiz zevke dönüşür, ama gerçeği gizlemeye gerek yok, ilim adamı olmak sürekli çaba ve gayret ister.
Hepsi bu mu?
Değil elbette. Başka özellikler ve gereklilikler de var ilim için. Kısaca analım dersek, mesela çok çalışma ve çok okuma, vakti zayi etmeme, her yeri kütüphaneye çevirme, nefsanî zevkleri irfanî zevklere kurban etme, dünyaya karşı zâhit olarak azla yetinme, mâsivâya değer vermeme, ilim ve hizmetten başka gaye bilmeme, hakikate aşık olma ve kainatın sırlarına tecessüsle bağlanma ve araştırma, her varlığa şefkat ve merhamet, her imkanı ilim ve irfan için değerlendirme, bir ilim adamının bariz hasletleridir.
Bugün çok muhtaç olarak aradığımız hasletlerdir bunlar. Evet, “niye ilim adamı az çıkıyor?” sorusunun cevabını açıklayan hasletlerdir aynı zamanda.
Aynı zamanda bir ilim adamını hiç yere tenkit edenin, en ufak bir hatasından dolayı onu yerden yere vuran cahil ama cesur kahramanların da biraz düşünüp değerlendirmesi gereken hasletler…
İşte bu yüzden ilim yoluna çıkacak olan herkes kendi kendine sormalıdır bunu: “Sonu baldan tatlı bu acılıklara var mısın ey nefsim? Arkası cennet misali bahçelere çıkan bu sarp yokuşu gözün kesiyor mu?”
Sanırım siz de zevkle okursunuz, Şemseddin Sami “Hocam Tahsin Efendi” diye anlatıyor. Her ikisine de rahmetler okuyarak dinleyelim:
“Hoca'nın hayat hikâyesi pek sade ve kısadır. Babasına ait rahlenin önünde veya sıbyan mektebinde elif diyerek başladığı dersi ruhunu teslim ederken bıraktı. Elinden kitap düşmezdi. Okumaya, yalnız okutmak için, -geçici olarak- ara verirdi. Bu adamın ömrü, yarım asır sürmüş bir dersten başka bir şey değildi, bütün ömrünü okumakla geçirdi. İki konuda son derece hırs sahibiydi: Birincisi, mevcut bilgisini daha fazla genişletip hakikate yaklaşma konusunda bir adım daha atmak, ikincisi ise, bildiklerini başkalarına da öğreterek milletine ve vatanına hizmet etmekti. İki şeye âşıktı: Hakikat ve insanlık...
Yaratıcının kudreti, kâinatın azameti, tabiatın harikuladeliği karşısında kendini pek küçük görüp kaybetmişti. Kendini düşünmeye, kendine bakmaya zaman bulamıyordu. Lâkin bilgisini çoğaltmaya yarayan kitaplarına, haritalarına, fenni aletlerine çok bakıyordu. Eline para geçince kitaplara ve aletlere harcar, yalnız karnı acıktığı zaman yemek yemeyi düşünür, çok defa ekmek peynirle yetinirdi.
Yatağının karşısında elektrik makinesi, üstünde uzun bir gözetleme aleti, boynunda bir dürbün, ayağının ucunda mikroskop, elinde bir kitap olduğu halde uyurdu. Duvarlarla tavan kitaplarla, tarihi ve coğrafi resimlerle, astronomik şekillerle kaplıydı. Sanki o medrese, kâinatın ve tabiatın küçük bir örneğiydi.
Sohbetleri bile derslerden, ilmî tartışmalardan ibaretti. Herhangi bir faydası olmayan boş sözlerden asla hoşlanmazdı. Vatanımızda âlim veya allâme unvanını yalnız Hoca Tahsin Efendi'ye tahsis edersek, diğer hüner ve marifet erbabını zannederim darıltmış olmayız. Dini ve şer'i ilimlerde; tefsirde, hadiste, Arapça ve Farsça'da, Türk edebiyatında yed-i tulâ sahibiydi. Nükteli ve sanatlı şiir söylemeyi, fesahat ve belagat örneği nesir yazmayı prensip haline getirmişti. Hiçbir bahiste ve meselede kitaba bakmaya ihtiyaç duymazdı.
Hoca Tahsin öyle şefkatli ve merhametli bir insandı ki, bir karıncanın bile incitilmesini istemezdi. Son hastalığı sırasında hava değişikliği için Tirana'ya gitmeyi ve bir süre eğlenmeyi düşünüyordu.
“Ava merakınız varsa hem eğlenirsiniz hem de vücudunuzu hareket ettirerek istifade edersiniz" dedim. Şöyle cevap verdi:
“Hayvanlara acırım, vuramam. Lâkin oranın dağlarında ilm-i arza (jeolojiye) dair insanın bilgisini arttıracak pek çok eser vardır. Bunların araştırılması avlanmak suretiyle elde edilecek sağlığı kazandırır, hem ilme ve fenne bir hizmet olmuş olur, hem de bizim gibi can taşıyan bir takım zavallı hayvanların hakkı ve hürriyeti korunmuş olur."
Zamanımızın maddeci, seküler zevk insanına yeme içme ve cinselliğin ötesinde de büyük zevklerin olduğunu, hatta dönüp de bunlara baktırmayacak kadar büyük zevklerin varlığını bilmem ki nasıl anlatabiliriz?