Bir “dış politika dâhisi”nin Oniki Ada sınavı
İkinci Dünya Savaşı sona ererken, Almanya saflarında dövüşen İtalya, savaş sonunda nasılsa elinden çıkacağını bildiği adaları, Almanya’nın tavsiyesi üzerine Türkiye’ye teklif etti...
Adalar yakın zamana kadar zaten bizim toprağımızdı. Tarihi referanslarımız sağlamdı.
Osmanlı asırlarında bu uğurda on binlerce şehit vermiştik. Sadece Kanuni Sultan Süleyman döneminde, 50 bine yakın şehidimiz vardı. Başta Rodos olmak üzere, adaların fethi uğruna ölmüşlerdi.
Ancak kendisine “Milli Şef” dedirten İsmet Paşa yönetimindeki Türkiye, bunları hiç dikkate almadan, tartışmadan ve tartıştırmadan reddetti...
Paşa’ya göre, “Ne kimseye bir karış toprak verirdik ne de kimsenin bir karış toprağını alırdık”...
İçimize büzülür, öylece kala kalırdık!
Ötesini 1942 yılına kadar Fethiye İl Genel Meclisi üyesi olan Süleyman Harmanlar’ın anılarından okuyalım:
“1942 sonlarına doğru bir gün yüksek rütbeli üç Alman subayı ve bir sivil (İstanköy’lü Nazım Bey), Vali İbrahim Edhem Akıncı’yı ziyaret ettiler. Şüphelendim. Onlar gittikten sonra vilayet makamına gittim: ‘Hayrola Vali bey, bu yüksek rütbeli Alman subaylarının ziyaret sebebi ne?’
“‘Çok mühim’ dedi. ‘Oniki Ada Başkumandanı mektup göndermiş, Oniki Ada’yı size teslim edelim. Yalnız Yunanlılar dâhil, Yahudilere vermeyeceğinize dair imza verin, dedi. Ben de acele Ankara’ya yıldırım telgrafı ile durumu bildirdim. Ankara’dan, ‘Bir karış yer istemeyiz! Bir karış da yer vermeyiz’ diye cevap geldi. Ben de içim sızlayarak Almanlara durumu bildirdim” (Adviye Fenik, “Ya şu Oniki Ada”, Son Havadis Gazetesi, Kasım 1971).
Böylece Oniki Ada 1945 yılında müttefiklerin eline geçti ve aynı yıl Yunanistan’a bırakıldı.
Bir yıl sonra ise İngiliz askeri yönetimi altında Paris’te 27 Haziran 1946’da yapılan Dışişleri Bakanları Konferansı’nda Oniki Ada’nın Yunan hâkimiyetine geçmesi kabul edildi.
Bu tercihte, kuşkusuz, “Helen Medeniyeti”ne galip devletlerin duyduğu hayranlık kadar, Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’nda taraf olmaması da etkili olmuştur.
Yunanistan başından beri İtilâf Devletleri’nin yanında yer alırken, Türkiye ancak savaş neredeyse bittikten sonra “kerhen” İtilâf Devletleri safında savaşa katıldığını açıklamış, galip ve mağlup o tarihte iyice belirginleştiği için de dünyayı halimize güldürmüştü.
Bu millete “dış politika dâhisi” olarak tanıtılan İsmet Paşa’nın “dehâ” ölçüsünü görüyor musunuz?
İtalya bunu 10 Şubat 1947’de onayladı ve Yunanistan askeri yönetimi Nisan 1947’de Oniki Ada’yı resmen devraldı.
Oysa Yunanistan’ın Oniki Ada ile bağlantısı, adalarda Rumların da yaşıyor olmasından ibaretti.
Türkiye’nin ise “kan bahası” idi: Kanuni Sultan Süleyman başta Rodos olmak üzere, adaların fethi için 50 bine yakın şehit vermişti.
Adalar çok uzun bir süre, “Türkiye’nin ayrılmaz parçası” olarak Türk yönetiminde kalmıştı. Türkiye tarihi müktesebatına dayanarak bu “hibe”ye itiraz edebilirdi. O takdirde bile tüm adaları bize vermezlerdi kuşkusuz. Ama en azından birkaçı bizde kalabilirdi. Yazık ki, Ankara’nın o tarihte böyle çıkışlar yapacak ne elemanı vardı, ne de isteği. Hükümet erkânına, “Benim olsun da varsın küçük olsun” anlayışı hâkimdi.
Zaman içinde de unuttuk gitti...
O kadar unuttuk ki, hiçbir stratejik değeri olmayan avuç içi kadar Kardak Kayalığı konusunda Yunanistan’la savaşın eşiğine gelen Türkiye, Oniki Ada’nın adını bile etmiyor.
Antlaşmalara aykırı olarak adaların silâhlandırılması karşısında bile söyleyecek söz bulamıyor.
Köşe yazarlarımız zaten konuya hâkim değil, Erdoğan-Kılıçdaroğlu çeşitlemeleri yaparak vakit öldürüyorlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.