Medya ve özgürlük
Demokrasi ile yönetilen ülkelerin en bariz özelliklerinden biri de, medyanın özgür olmasıdır. Medyanın özgür olmadığı ülkelerin hür ve demokrat olmaları da kolay değildir. Türkiye de, medyanın özgür olup olmadığının tartışıldığı ülkelerden biridir. Bir pencereden bakınca “medya özgür,” diğer pencereden bakınca da “özgür değil” demek mümkün.
Medyanın özgür olup olmadığından önce, belki de medyanın dürüst olup olmadığını tartışmak lâzım. Ya da özgürlüğü nasıl anladığını, nasıl yorumladığını ve nasıl davrandığını incelemek gerekir.
İktidarlar ile medya, genel anlamıyla birbirini eleştirir. Çünkü medya biraz da bu sayede ayakta durabilir. Hiç eleştirmeyen, hiç itiraz etmeyen, sadece ‘resmî açıklamalar’ı doğru kabul eden bir medya, kâğıt üstünde ‘özgür’ olsa da, fiilen ‘baskı altında’ sayılmalıdır.
Bugüne bakıldığında medyanın özgür olduğunu söylemek kolay değil. Ama bu tesbit, tek başına ‘iktidar baskısı’nı akla getirmesin. Ondan çok daha önemli ve öncelikli olan, medya üzerindeki ‘hukukî baskı’dır. Bu baskıyı hiç görmeyip, başka baskılardan bahsederek ‘medyaya özgürlük’ istemek yanıltıcıdır.
Türkiye’deki medya gerçek anlamda hür ve serbest olmak istiyorsa; öncelikli olarak üzerindeki hukukî baskıya itiraz etmelidir. Çünkü belli başlı konular hakkında yazmak, çizmek ve yorum yapmak ‘tehlikeli’dir. Geçmişte olduğu gibi bugün de yüzlerce gazetecinin yargılanıyor olması bu durumun sadece ‘kişi’lerle değil, sistemle ilgili bir problem olduğunu gösterir.
Bir nokta daha dikkat çekici: ‘İnançları hakîr görmek’ gibi konularda medya özgürlüğü varken, ‘gerçekleri dile getirme’ noktasında aynı özgürlükler sağlanmıyor. Meselâ, inançlarla alay eden bir karikatür çizildiğinde, çizerin ‘özgür’ olduğu savunulurken; başka bir sosyolojik hakikati dile getiren olunca ona ‘medya linci’ lâyık görülüyor. “Benim gibi düşünüyor, hata da yapsa savunayım” ya da “Benim gibi düşünmüyor, doğru söylese de sahip çıkmayayım” tavrı, medyanın bir olup, ‘zalim’lere karşı durmasını engelliyor.
Meselâ, son yıllarda devam eden Ergenekon benzeri hadiseler üzerine yazı ve haber yazan onlarca gazeteci, yüzlerce yıl hapis isteğiyle yargılanıyor. Bugün için unutulmuş olsa da, 301, 312 gibi Türk Ceza Kanununun ‘meşhur’ maddelerine muhalefet sebebiyle de yüzlerce gazeteci yargılandı. Düşünün ki, “TSK irtica sendromundan kurtulmalıdır” şeklindeki bir tesbit dahi, sonunda beraatle neticelenmiş olsa bile dâvâ konusu olmuştur. Gazetecilerin, yazdıkları yazı ve haberler sebebiyle DGM’lerde ve üstelik ‘silâh, insan ve uyuşturucu kaçakçılarıyla’ aynı mahkemede yargılandıkları günleri unuttuk mu?
“Türkiye’de medya tam anlamıyla özgürdür” demeden önce bunları da düşünmek lâzım. Çünkü, bugün bu tesbitleri yapanlar, yarın “Medya özgür değil” demek durumunda kalabilirler.
Tabiî, bugünü tartışırken 1950 öncesi “tek parti devri”nde yaşanan ‘medya linçleri’ni hatırlamak lâzım.
Temelde medya dürüst olup, “güçlüden yana değil, haklıdan yana” tavır alır ve “kim olursa olsun zalime karşı” durmayı tercih ederse, özgürlük yolunda hızla yol kat edebilir. Aksi halde “Medya özgürdür” diyene de, “Medya baskı altındadır” diyene de “Sen de haklısın” demek durumunda kalırız.
Medya ve özgürlük tartışmalarına doğru pencereden bakmakta fayda var, vesselâm.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.