İhlâs ve helâlleşme
Üstad, İhlâs Risalesi’nde “İhlâsı kazanmak ve muhafaza etmek ve manileri def etmek için rehberiniz olsun” diyerek sıraladığı dört düsturdan üçüncüsünde “Ey Risale-i Nur şakirdleri ve Kur’ân’ın hizmetkârları” hitabından sonra şu ifadelerle devam ediyor:
“Sizler ve bizler (...) insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı manevînin âzalarıyız. Ve hayat-ı ebediye içinde saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz. Ve sahil-i selâmet olan dârüsselâma ümmet-i Muhammediyeyi (a.s.m.) çıkaran bir sefine-i Rabbaniyede (Rabbimizin gemisinde) çalışan hademeleriz.”
Ve bütün bunları şu neticeye bağlıyor:
”Elbette dört fertten 1111 kuvvet-i maneviyeyi temin eden sırr-ı ihlâsı kazanmakla tesanüd ve ittihad-ı hakikîye muhtacız ve mecburuz.”
İhlâs Risalesi’ndeki diğer mânâlar gibi bu hakikati de her zaman hatırda tutmamız ve gereğini yerine getirmemiz icab ettiği için, Üstad başka hiçbir eserinde olmayan bir notu bu risalenin başına koyup “En azından her on beş günde bir defa okunmalı” demiş (Lem’alar, s. 389).
Çünkü zaman sür’atle akıp giderken, hayatın ve hizmetin getirdiği değişik haller karşısında insanın bunları unutup birtakım gelip geçici şeylere takılarak bu mânâlardan uzaklaşma riski her an için mevcut. Ve Allah muhafaza, ayakları en fazla sürçtüren zorlu ve çetrefilli imtihanlar da böyle durumlarda söz konusu olabiliyor.
Münakaşa ve kavgaya değmediği çok sonradan ve bazan da iş işten geçtikten sonra anlaşılan son derece basit sebepler, kişiye insan-ı kâmil vasfındaki o şahs-ı manevînin âzası, ebedî saadeti kazandıran fabrikanın çarklarından biri ve ümmeti kurtuluş sahiline ulaştıracak Rabbanî geminin hademesi olduğunu unutturabiliyor.
İşte bu unutma halinin olabildiğince kısa sürede atlatılıp, Nur talebesinin hayatına asıl mânâsını kazandıran o aslî hedeflere tekrar yoğunlaşılması için, İhlâs Risalesi çok sık okunmalı.
Okunup, dört ferde 1111’lik bir kuvve-i maneviye kazandıran dayanışma ve ittihadı muhkem şekilde tesis için elden gelen katkı verilmeli.
Üstad, bu bağlamda konunun bütün boyutlarını en ince detay ve nüanslarına kadar ifade etmiş. Bunları tekrar tekrar dikkat ve tefekkürle okuyup, yaşadığımız tecrübeleri de onların ışığında yeniden gözden geçirerek duruşumuzu, ilişki ve muhatabiyetlerimizi tanzim etmeliyiz.
Gerçek şu ki, hayatını aynı hizmete vakfetmiş insanlar arasında bile hasbelbeşer mizac uyumsuzluğundan ve herhangi bir tâlî konuda fikir ayrılığından kaynaklanan tatsızlıklar olabiliyor.
Önemli olan, bunları daha fazla büyümelerine imkân vermeden izale etmeye çalışmak veya mümkün olduğu ölçüde küçülterek, tesanüd ve ittihad mânâlarını tahrip edecek boyutlara ulaşmalarını engellemek olmalı. Bunun için de istişare zeminleri en iyi şekilde değerlendirilmeli.
Herhangi bir konuda ortaya çıkabilecek farklı fikir ve yaklaşımlar, olgun, seviyeli ve sakin üslûplarla müzakere edilmeli; haşin, kaba ve kırıcı söylemlerden mutlak surette uzak durulmalı.
Çünkü bilhassa hassas mizac sahipleri açısından, gönüller bir kez kırıldı mı, bilâhare tamir etmek pek kolay, hattâ mümkün olamayabiliyor.
Yine hasbelbeşer kırgınlıklar olması halinde izale ve tamiri açısından büyük önem taşıyan bir çıkış formülünü ise şu ifadelerde görüyoruz:
“Sıkıntıdan neş’et eden (kaynaklanan) gerginlikler ve kusurlar yüzünden İhlâs Risalesi’nin düsturları muhafaza edilmediğinden, siz birbirinizle tamam helâlleşmek lâzımdır ve zarurîdir. Siz birbirinize en fedakâr nesebî kardeşten daha ziyade kardeşsiniz. Kardeş ise, kardeşinin kusurunu örter, unutur ve affeder.” (Şuâlar, s. 544)
Denizli hapsinden çıkış vaktinin yaklaştığı günlerde Üstadın yazdığı bir mektupta yer alan bu sözler hepimiz için geçerli. Bizler de istemeden dahi olsa kaynağı veya muhatabı olduğumuz gerginlik ve kusurlardan dolayı helâlleşmeliyiz.