“Mahalle baskısı” yahut “hoşgörünün böylesi!..”
Efendim…
Bir yazı çok ilgimi çekti…
Malatyalı Mütefekkirlerimizden Selami çekmegil’in “Son günlerin popüler tartışmasıyla alâkalı değil” diyerek dikkatimize sunduğu yazısı, “bir meseleye” ilişkin bakış açısındaki çarpıklığı gözler önüne sermesi bakımından fevkalade faydalı…
“Başkasının yazısını al ve koy köşene… Oh ne alâ” diyecekler olacaktır, mutlaka…
Hayır, öyle değil…
İki sebepten değil;
Bir: Selami çekmegil “başkası” değil…
İki: Onun yazılarını okumak, özümsemek bir yazıyı sıfırdan kaleme almaktan daha kolay değil…
Uzatmadan…
Dikkatlerinize sunalım o bakış açısını:
“Bu yazıyı, -fikir yönü de olan- usta sporcu Hakan Şükür kardeşimizin gül çağrısına karşı yürütülen kampanya davet etti.
Geçmişte Sayın Başbakanlardan Tansu çiller bir ateistle veya İlhan Selçuk Bey gibi tarîki belli bir yazarla, saygılı bir biçimde görüşse, görüş alsa, destek istese, kimse bunu garipsemez, ayıplamaz ve kınamazdı. Ama aynı sayın Başbakan, dinle ilgili yönü ile bilinen bir kişi, doğru veya yanlış dini espri taşıyan bir tarîk mensubuyla, diyelim Fethullah Gülen Hocaefendi’yle, hem de TMKT (Terörle Mücadele Kanun Tasarısı) için -zımnen onu itham eder bir üslup içinde dahi- görüşerek kendine çekmek istediğinde, politik destek aradığında kıyameti koparmışlar; haber ajansları haber yapmışlar, televizyon ve gazeteler manşetler atarak, bazı fıkra yazarlarının hakaretleri adeta ayyuka çıkmıştı.
İşin garibi hiç kimse de ‘Bunda ne var; Fethullah Hoca ile İlhan Selçuk arasındaki fark din yanlısı olmakla toplumsal din karşıtı olmak arasındaki fark kadardır’ dememişti.
İkisi de bu ülke vatandaşı olarak, hiç değilse nazariyede, benzeri yükümlülükler altında olduğu halde Sayın Başbakan Tansu çiller’in birisiyle görüşmesi, hatta onlarca benzeri ile teşriki mesai etmesi zihnen tabii karşılanırken, diğeri ile, hatta dıştan bir üslupla olsun diyalog kurmaya yönelmesi neden bu kadar gürültü çıkarmıştı, ben anlamamıştım(!).
ZüPPE İLE HOPPA
Bir züppe oğlanla bir hoppa kız okudukları yüksek okulun –hatta nerdeyse lisenin– bahçesinde, herkesin ortasında alenen aşk yapsalar, başı takkeli hademe de dâhil herkes onların ‘hür ilişkisinin’ teminatı ve bekçisi olur. Böyle bir manzarayı tasvip etmeyenlere düşen, en çok, olsa olsa, başını çevirip oradan uzaklaşmak olabilir. Kimsenin onları rahatsız etmeye, eleştirmeye, yan gözle bakmaya hakkı yoktur. Ama bir kızımız beyaz başörtüsüyle okula gitmek istese, seçkinci aydınlarımız ülkenin müesseselerini meşgul eder; yazarlar kalemlerini kınından çekerek ona yönlendirirler. Sanki Anayasa ayaklar altına alınmış, Lassa fabrikası kapanmış da binlerce işçi işsiz kalmış; borsa işlemez hale gelmiş; bankalar kapanmış, iflas etmiş gibi dehşete kapılırlar... Bossa fabrikası, üretimini durdurduğu zaman böylesine bir gürültü gündeme girmiş miydi hatırlamıyorum!..
İSKİ SKANDALI VE MEDYANIN TUTUMU
Yine geçmişte kendine bir başka bayanla hakaret edilmesine tahammül edemeyen bir bayan, susması için vaad edilen imkânları da teperek, eski kocasının da dâhil olduğu büyük boyutlu bir yolsuzluğu (İSKİ) ortaya çıkarmıştı da, -bir-iki yazar dışında- özellikle seçkinciler, neredeyse herkes, ortamı karıştıran bu bayanın anasından emdiği sütün burnundan getirilmesini az görmüş; onun kıskançlık sebebiyle o çirkinliği ortaya çıkardığını eleştirerek böyle yanlış bir şeyin başka bayanlarca da yapılmaması için bir ibret tablosu oluşturulmasını arzu etmişlerdi.
Yaptığının toplum için faydasını örtmek şöyle dursun, onun toplumun huzurunu bozan, yüksek makamlıların üzerine düşmüş kuşkuları artıran bir muzır kişi olduğu düşüncesiyle, bu kuşkunun azalması için işin boyutunun büyütülmemesi gerektiğini izah etme yarışına girmişlerdi.
NİKâHSIZ İLİŞKİ
Bir bayanla bir bay nikâhsız ilişkiye girseler, hatta çocuk yapsalar, kanun nazarında masum addedilirler. Yasaya göre suç işlemiş değildirler. Kanun, icabında tüm devlet mekanizmasını, tabii olarak, onların birlikteliğine yönelen hakaretamiz eleştirilere karşı bekçiliğe görevlendirmiştir. Kimse onlara zani veya zaniye anlamında dahi bir şey deme imkânına sahip değildir. Ama bu çift, birlikteliklerini ‘dini açıdan’(!) meşruiyet zeminine oturtmak istese; adını ve mevzuatta ayrıca yer verilmesini anlamadığım ‘imam nikâhı’ denen, ‘yazısız nikâh sözleşmesi’ne bağlamaya yönelse, yasa, bu sözleşmeyi tanımadığı gibi bir de onlara ayrıca ceza verilmesini emrediyor.
Mesela, Hürriyet gazetesi bunu çok güzel resimlendirmişti. Gazetenin haberine göre, sinema ve sahne ‘sanatçı’sı Hülya Avşar’ın, bir işadamı ile -uzun süre gıpta ile izledikleri- birliktelikleri için, halkın telakkileri doğrultusunda bir meşruiyet aramaya yönelip, ‘imam nikâhı’ diye bir mutabakat beyanını deklareye meyletmesi üzerine haklarında soruşturma açılmış ve savcılıkta ifade vermişlerdi. Yine o gazetenin haberine göre, Hülya Avşar verdiği ifadesinde –ceza yemekten kurtulmak için olsa gerek– böyle bir ‘imam nikâhı’ iddiasını reddetmişti. Yani yasanın onaylar gözüktüğü ‘nikâhsız görüntü’yü yeğlemişti.
Demek oluyor ki, toplum huzurunda ve kamu vicdanında, yerleşik kanaate göre nikâhsız ve zina olan bir eylem, yasaya göre korunması gereken bir hürriyetken, bu birliktelik toplum açısından ‘imam nikâhı’ diye meşruiyet arayan bir irade mutabakatının açıklanmasına yönelince yasal açıdan suça dönüşüyor.
Yasaları ya da topluma egemen zihniyeti tenkit ve tahlil her kişinin tabii hakkı olmakla birlikte ben bu yazıda böyle bir tenkit ve tahlile yönelmeyeceğim. Bu uzun ve ayrı bir yazı konusu olabilecek ciddiyette bir husustur. Sadece, algıladığım şekliyle manzarayı sergilemekle yetineceğim. Ancak bütün bu vakıa ve görüntülerin bizi düşündürmesi gerektiği kanısında olduğumu açıklamak ve hoşgörünün böylesini sergilemek istiyorum.”