Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Asr-ı Saâdet Müslümanı ile Asrın Müslümanı

Asr-ı Saâdet Müslümanı ile Asrın Müslümanı

Farkında olarak, ya da olmayarak, hemen hemen hepimiz “moda”ya göre yaşıyoruz...
Modaya göre yaşıyoruz, ama modanın bir “sath-ı mail” (eğimli zemin) olduğunu çoğumuz fark bile etmiyoruz.
Modaya uymaya başladığınız anda, eğimli zemine de giriyorsunuz ve kaymaya başlıyorsunuz.
önce giyim tarzınız değişiyor. Sonra yeriniz, yöreniz, eviniz, tavrınız…
Derken yavaş yavaş sakalınız (kirli sakala dönüşüyor), bıyığınız (şimdi dindar Müslümanlarda da bıyıksızlık modası var), saçınız (çoktan beridir sünnete göre değil, modaya göre kestirilip taranıyor, boyanıyor), kokunuz (alkolsüz kokuların yerini çoktandır parfüm almış bulunuyor) değişmeye başlıyor.
Git gide “dindarlık” kokmamaya başlıyor, Müslüman!
Zaman içinde her şey namaz, oruç, hac gibi ibadetlerle sınırlı bir “dindar Müslüman” portresi ortaya çıkıyor.
Diğer her şey “moda” tarafından yönetildiği için değişiyor. çoğu dinimizden kaynaklanan güzel alışkanlıklarımız “moda”nın etkisine giriyor.
O zaman da, “Sağ elin verdiğinden sol el haberdar olmamalı” (Hadis olarak hatırlıyorum) hükmü gidiyor, televizyon ekranlarından herkese göstere göstere, muhtaçları incite incite “hayır” yapma devri açılıyor.
“Tek dünyalı”larda olduğu gibi, dindar Müslümlanlarda da “muhteva (içerik)” yerine “görüntü” önem kazanıyor…
“Marka” tutkusu, hac ibadetine kadar yaygınlaşıp “Beş yıldızlı hac” kavramı icat ediliyor. (Oysa dünyevi ihtiras ve ayrıcalıkların terki haccın önemli hikmetlerinden biridir. İhram bunu vurgulamak için önerilmiştir).
İş kadeh tokuşturmaya (bizimkilerin kadehinde meyve suyu var) kadar gidiyor!
“Efendim, biliyorsunuz durum icabı yapıyoruz.”
Ben anlıyorum, anlamaya çalışıyorum…
Durum icabı, biraz Müslümanız…
Bir parça “bizden”iz…
Bir miktar “onlardan”ız…
Bu durumda biraz Efendimiz’i, biraz Ebucehil’i mutlu ediyoruz!
Hangi tarafımız ağır basıyor bilinmez!

Eskiden “fani” lezzetlere pek dönüp bakmaz, “ebediyet”e dönük yaşardık…
“Dünyevi” şeyler hayatımızı kontrol etmezdi…
En azından belirleyici olmazdı.
Bir hareketi yapmadan önce vicdanımıza sorardık: “Efendimiz şu yapacağımdan hoşnut olur mu?”
Hoşnut olursa yapar, yoksa yapmazdık.
ölçümüz, mehengimiz “Asr-ı Saâdet”ti…
“Asr-ı Saâdet Müslümanı” olmayı hedeflerdik.
“Moda”ya göre yaşamaya başladığımızdan beri, hızlı değişimler geçiriyoruz.
çünkü “moda”, hızla eskiten ve hızlı eskiyen bir hayat tarzıdır...
Sonsuzluğu talep eden insanın (yani dindar Müslümanın) hızla eskiyen ve değişen kavramlara kendini kaptırması “ebedi yeni”den uzaklaşması anlamına gelir.
“Dindar Müslüman”ın, “güzellik” kavramı farklı olmalı, “Güzeller Güzeli”nden (Aleyhisselatü vesselam Efendimizden) “güzel”e gitmeli, O’nu yaşadığı ölçüde güzelleşeceğinin idrakı içinde yüreğini Peygamber yüreğinden geçirmeye çalışmalıdır.
“Dindar Müslüman” gösterişli yaşamıyla, marka tutkusuyla, “öteki”lere benzeme çabasıyla, israf ve gururuyla değil, israfsız yaşantısı, hayır-hasenatı, tüm hayatı kuşatan sevgisi, tüm hayatı kucaklayan şefkati, aynı ölçüde hamiyeti, yardımseverliği, hoşgörüsü, gösteri ve gösterişe kaçmayan yaşam tarzı ile kendini “fark” ettirmelidir.
ölçümüz “Asr-ı Saâdet”tir…
Kendi mahşerimizi kurup vicdan muhasebesine oturursak, Peygamber-i âlişan Efendimiz’le arkadaşlarının hayat tarzının neresinde olduğumuzu pekalâ görebiliriz.
Duruşumuzu ve durumumuzu ölçmek için, “çağdaş veri”lere hiç gerek yoktur.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi