Demokrasinin, hak ve hürriyetlerin yabancısı değiliz
İnsan haklarına, demokrasiye, şeffaf, âdil bir devlet yapılanmasına yabancı değiliz. Asr-ı Saadet’te, dünya çapında en mükemmel modeli ortaya konmuştur. İslâm tarihi boyunca, ona hangi İslâm ülkesi ne derece uymuşsa, o nispette, gerçek “adâlet, hürriyet ve refah seviyesini” yakalamıştır.
Günümüzde, İslâm ülkesi ve ülkeleri olarak sıkıntılarımız var elbette. Bunun sebebi, eğitim ve terbiye açısından bir inkıta devri yaşamış olmamız. Hak ve hürriyetlerin üzeri küllenmiş veya yosun tutmuş. Yapılacak şey, kültür köprüsünün her iki ucunu birleştirmek; yosunları temizlemek, cilâlamaktır.
Evet, insan haklarına uzak değiliz. Bilâkis, tarihten günümüze, onların yaşayanı, yayıcısı olmuşuz. Asr-ı Saadet, mükemmel bir model teşkil etmektedir. Ve ondan sonra gelen Abbasi, Selçuklu, Endülüs Emevî devleti, sâir İslâm devletleri ve 600 yıllık Osmanlı tecrübesi, bunun hârika nümûnelerini teşkil eder.
İslâmiyetin, tarih boyunca, bu hususta da hârika örneklerin sergilenmesine zemin hazırladığını ve en demokratik, hür, şeffaf devlet anlayışını yerleştirdiğini görürüz.
Asr-ı Saadet dediğimiz mutlu zaman dilimini; doğru söyleyen tarih, akıl, mantık, ilim ve araştırmacı gözlüğüyle incelersek şunları görürüz:
Cahiliye döneminde kumar, zina, hırsızlık, haksızlık, fuhuş, fâiz, dolandırıcılık, kız çocuklarını diri diri toprağa gömmek, kan dökmek, kan dâvâsı gütmek, ırkını üstün görmek ve başkalarını horlamak, zayıf ve âcizlere eziyet etmek insanların âdetâ kan ve damarlarına işlemişti. 23 sene gibi kısa bir zamanda, o kötü hasletlerin bir bir ortadan kaldırıldığını görüyoruz; üstelik yerlerine en mükemmel duygular yerleştirilerek...
Tarihte benzerine rastlanmayan ruh, kalb, nefis ve akıllarda yapılan bu büyük inkılâb sayesinde, daha önce kan dökmekten zevk alan insanlar, karıncaya bilerek ayak basamaz oldular. Kızlarını diri diri toprağa gömenler, bir fiske vurmaktan çekinir hale geldiler. Birkaç çarpıcı misâl sunalım:
Sahabînin birisi, sabah namazını kılar kılmaz tesbihat yapmadan camiden ayrılıyor. Tekrarlanan bu durum, Peygamber Efendimizin (asm) dikkatini çekiyor ve soruyor:
“Niçin böyle yapıyorsun?”
“Ya Resûlallah! Komşumun hurma ağaçlarının dalları benim bahçeme sarkmakta; meyveleri dökülmekte. Erkence gidip onları topluyorum ki, çocuklar kalkınca haram lokma yemesinler!”
Daha önce hırsızlık, fâiz ve tefecilikle geçinenler, servet üstüne servet yapanlar, İman ve İslâmiyetle, “Aman bir zerre hak geçmesin” diye hassas bir hak anlayışına ulaşmışlardır. Kendileri kötü işlere bulaşmadıkları gibi bulaşanları da men etmeye çalışmışlar, haksızlık yapanları engellemek için hayatlarını bile fedâ etmekten çekinmemişlerdir.
Aynı zamanda “devlet başkanı” sıfatını taşıyan Peygamber Efendimiz (asm), asla “peygamberlik” sıfatını, bir “imtiyaz” ve “üstünlük” vasfı olarak kullanmamıştır. Evet, kâinatın yaratılmasına sebep olan ve temiz ferd, temiz âile ve temiz toplumun, kâinat çapında en müstesnâ örneklerini teşekkül ettiren Resûl-i Ekrem (asm) vefatından önce, hastalığının şiddetlendiği bir devrede, Müslümanları mescide topladı ve şöyle bir vasiyette bulundu:
“Benim yanımda en sevimliniz, hakkı varsa, gelip benden onu isteyeninizdir... Ey insanlar, kimin sırtına vurmuşsam işte sırtım, gelsin vursun! Kimin benden alacağı varsa işte malım, gelsin alsın” 1
Dipnot: 1-Tabâkat, 2/255; İbni Kesîr, Sîre, 4/257.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.