Doçentlik kriterleri değişirken
Hani derler ya; hanımlar canları sıkılınca ya evdeki eşyaların yerlerini değiştirirler veya saç modellerini... Üniversitelerimiz de öyle... Canları sıkıldı mı, atama-yükselme kriterlerini değiştirirler. Değiştirirler de, her değiştirmeden sonra hepsi de bir çırpıda Harvard oluverir mübareklerin(!). Böylece ülkemiz Harvard’dan geçilmez(!)...
Her üniversite kendi başına buyruk olmasın diye (Başına buyruk olsa ne olur ki?...) Üniversiteler Arası Kurul (ÜAK) da ikide bir, yeni atama-yükselme kriteri çerçevesi belirler.
Tüm kriterler aslında birbirine benzer. Kimisi toptancı esnaf gibi büyük büyük puanlarla açar pazarı; kimi de fakir perâkendeci gibi, gram gram verir puanı. Puanlar iri iri de olsa, gram gram da olsa sonuç aynıdır. Meselâ, Doçent olabilmek için şu kadar makale-bildiri, şöyle şöyle kitaplar falan yayımlamış olmak gerekir. İstenen yayın sayısı da üç aşağı, beş yukarı aynıdır. Yayın sayısı aşağı yukarı aynı olduktan sonra, puanlamayı, işporta pazarına niye döndürüyorsun baba?..
Doçent olabilmek için şu kadar yayın veya şu kadar puan... Yapılan çalışmanın muhtevası, elde edilen bilgiler ve bu bilgilerin kalitesi konusunda hiçbir şey belirtilmez yönetmelik ve yönergelerde. Puanı bozuk para toplar gibi biriktir ve sayıyı tuttur; yeter; kaliteyi boş ver...
ÜAK, yeni bir Doçentlik kriteri taslağı hazırlamış. Zihniyet olarak eskilerinden hiç farkı yok taslağın. Puanlar ve çalışma sayısı gene eskiden olduğu gibi... Bazı çalışmalar 1 puan, 2 puan; bazılar 4 puan falan. Bazıları da var ki, evlere şenlik: 0,5 puan; yani “yarım” puan. O yarım puana tenezzül edecek insana bilim adamı denir mi a dostlar?..
Şu kriterler konusu tam bir komedidir...
Dedik ya, muhtevaya bakan yok... Niye?.. Muhtevaya, çalışmaların yayınlandığı dergiler ve yayınevleri bakıyor ya; o yeter. ÜAK, Üniversiteler, jüri üyeleri ve yönetim kurulları bakmasa da olur...
Yönetim kurullarında nelerle karşılaştık nelerle?..
Meselâ jüri üyesi adayın yayınları için; “Falanca makalesi falanca dergide yayınlanmıştır; filanca makalesi de fişmekanca dergide yayınlanmıştır...” diyor ve sonuç olarak “Adayın falanca kadroya atanmasını uygun buluyorum” diyor. İyi de baba, o makalelerin muhtevasıyla ilgili sen ne diyorsun?.. Tık yok... İradesini falanca veya filanca dergiye teslim etmiş değerli jüri üyemiz. “O dergilerde yayınlandıysa iyidir” diye kabul ediyor hazret...
Bu dergiler, hangi dergilerdir biliyor musunuz? Sosyal alanlarda SSCI (Social Sciences Citation Index) AHCI (Art and Humanities Index) tarafından taranan dergiler. Yazılarınız bu dergilerde yayımlanmışsa, evvel Allah, bilime kuş kondurmuşsunuzdur... (Taslağa göre, Türk Dili ve Edebiyatı ile uğraşanlar yandı... İstenen 7 makaleyi, Türkiye şartlarında ancak 21 senede yayımlatabilirsiniz ve ancak 21 sene sonra Doçentliğe baş vurabilirsiniz arkadaşlar.)
Ya, “Tanınmış yayınevleri tarafından yayımlanmış kitap kriterine ne demeli? Yayınevinin tanınmışlık kriteri ne? Kime veya neye göre tanınmışlık?... Bana sorarsanız, Türkiye’de en tanınmış yayınevi, “İki Güllü” ve “Üç Güllü” kitapları yayımlayan yayınevi ile Tavaslı yayınlarıdır. Çünkü Türkiye’deki çoğu evlerde bu yayınevlerinden çıkmış kitap vardır. Kitaplarımızı bu yayınevlerine yayınlatırsak “akredite” mi olacağız yani?
Tüm üniversite hayatım boyunca, yayınlarda bu tür şartlar aranmasına hep karşı çıkmışımdır. Yazının değerini, yayınlandığı yer değil, bizzat muhtevası verir. Ayrıca, bu tür indeks tuzakları Amerika’nın bir kurgulamasıdır ve Amerika bu tuzakla, işine yarayacak bilimsel çalışmaları elde etmektedir. Bence hiç mahzuru yok; ister elde etsin, ister etmesin... Benim ilgilendiğim husus, indeks yayıncılığı ile Amerika, bilimde monopolizm(tek merkezcilik)’in ağa-babası olması ve üniversiteleri de karşısında iki büklüm hâle getirmesi.
ÜAK, bugüne kadar yapılan bu puan hesaplarını ve indeks taramalı dergilerde yayın yapılmış olmasını niye devam ettirir bilmem... Eskiden beri yapıla geldiyse, doğru demek değildir ki bu.
Yok puandı, yok yayın sayısıydı, yok indeksli dergilerdi... Bunlar boş işler...
Yükselme aşamasına gelmiş bilim adamına hiç bilimsel terim üretmiş mi diye bakmak lazım. Bilimsel terim demek bilgi demektir. Her yükselme-atamada bilim adamından problem çözen terimler üretmiş olmasını istemeliyiz... “Şu kadar terim üreten şu, bu kadar üreten bu olur” falan demeliyiz...
Esasta anlaştıysak, ayrıntıyı konuşuruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.