Kamusal yalanlar bitsin
Bugün 8 Mart ve bu tarih “Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanıyor. Gün dolayısı ile belki de onlarca ‘kadın haklarını savunan konuşma’ yapılacak; ama muhtemelen çok önemli bir ‘hak ihlâli’ görmezden gelinmeye devam edecek: Başörtülü kadınların hakkı.
Aslında bu hakkı sadece ‘kadın hakkı’ olarak görmek de doğru değil. Bu, temelde bir ‘insan’ hakkı. Ne var ki ‘derin devlet’ destekli propaganda sebebiyle bunun bir hak olmadığı insanlara kabul ettirilmeye çalışılıyor.
Yürürlükteki her hangi bir kanuna dayanmadığı halde keyfî olarak başörtüsü yasağını sürdürenler, tarif edilmemiş kavramların arkasına sığınıyorlar. “Başörtülü olanlar niçin istedikleri her türden okula, resmî kurumlara giremesin, memur ya da öğrenci olamasın?” denildiğinde “Olmaz, çünkü oralar ‘kamusal alan’dır” diyorlar. Bu kavramın içininin doldurulması istenince de, birbirini desteklemeyen onlarca tarif getiriyorlar. Tıpkı ‘laiklik’ kavramı gibi. Nasıl ki, “Madem laiklik diyorsunuz, öyleyse Avrupa’daki gibi uygulayın” denildiğinde “Hayır, bizim kendimize has ‘ilke’lerimiz var. Bizde böyle!” demeyi tercih ediyorlar...
Ancak bu iddia sahiplerinin unuttukları bir nokta var: Artık bütün dünya bir ‘köy’ gibi oldu ve böyle kavramları dünyada anlaşıldığından farklı anlayıp yorumlamakla bir yere varılamaz. “Laiklik” denildiğinde hür dünyada ne anlaşılıyor ve nasıl uygulanıyorsa artık Türkiye’de de öyle anlaşılmalı ve uygulanmalı. Aynı şekilde ‘kamusal alan’ yalanlarına sığınıp en temel insan hakkı olan başörtüsü takma hakkını engellemek mümkün değil. Fiilen mümkün olsa bile bunu anlatmak, taraftar bulmak ve haklı görmek, göstermek imkânı kalmamıştır.
Bugün bu hususta ‘nutuk’ atacakların biraz da hadiseye bu cepheden bakmasını arzu ederiz. “Türkiye kadınlara seçme ve seçilme hakkını en erken veren ülkedir” gibi klişeleşmiş sözlerle hiç kimse devam eden yasağın üzerini örtemez. Nasıl oluyor ki ‘seçme’ hakkı verilen bir başörtülü hanım milletvekili TBMM’ye giremiyor, girse de ‘Dışarı, dışarı!’ diye aleyhinde tempo tutuluyor? Nasıl oluyor ki bu yanlış uygulamaların üzerinden yıllar geçtiği halde hiç bir parti ‘başörtülü bir milletvekili adayı’ dahi gösteremiyor? Nasıl oluyor da bunca yanlıştan sonra Türkiye ‘çağ atlamış’ oluyor?
Başörtülü hanımların milletvekili olup olması çok önemli değil. Belki de olmamaları, olmalarından—kendileri açısından—daha faydalıdır. Ama burada önemli olan prensiplerdir ve bu noktadaki keyfî yasaktır. Hem öyle bir yasak ki, partiler “Ben aday göstereceğim” bile diyemiyor! Bu uygulama da yürürlükteki siyasî partiler kanununun, birbirine zıt görüşleri savunan partileri birbirine benzemeye mecbur ettiğini gösteren bir uygulama olsa gerek. Partilerin yanlışta bir araya gelmesi, kanunlarda olmadığı halde başörtülülere en başta ‘yasak’ uygulaması nasıl izah edilebilir? Bu tabloya bakıp; hangi parti, hangi feminist dernek ya da kuruluş “Türkiye kadına seçme ve seçilme hakkı veren ilk ülkedir” diyebilir? Dese kimleri inandırabilir?
“Kamusal alan”lar da, yalanlar da sona ersin, vesselâm...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.