İsimsiz bir göçebenin yıktığı cihangir
Harzem Sultanı Celâleddin Harzemşah, Hindistan’da üç yıl kalıp asker topladı. Bu arada Atabeg Sa’d bin Zengi’nin kızıyla evlenerek gücüne güç kattı.
Nihayet 1224’te Kirman’a döndü...
Harzem Devleti’ni yeniden kurup başına geçti...
Kısa süre sonra da Tebriz’i alarak (1225) karargâh merkezi yaptı.
Moğolları defalarca yendi, Kafkaslara kadar yayıldı.
Gürcülerin Müslümanlara eziyet ettiğini öğrenince, o tarafa yöneldi ve Tiflis’i fethetti.
1228’de İsfahan’da bir kere daha Moğol ordusuyla kapıştı...
Fakat bu defa durum değişikti: Kardeşi Gıyaseddin, hem kesif propagandanın etkisi hem de Moğol Hakanı Cengiz Han tarafından kendisine taht vaat edilmesi sonucu ihanet etmiş, ağabeyini arkadan hançerlemişti...
Buna rağmen, Celâleddin Harzemşah, Moğolları yenmeyi başardı...
Moğol ordusu kaçmaya başladı...
Celâleddin, kaçan Moğolları takip ederken, sol cenahının Moğol tuzağına düştüğünü fark edemedi.
Ama bunu çok pahalıya ödedi: Ordusu kıskaca alındı ve imha edildi.
Yöneticilerin hatasının bedelini sadece kendileri değil, etrafındakiler de en ağır biçimde öder.
Celâleddin yenilmiş, kim bilir kaçıncı kez, neredeyse tek başına kalmıştı.
Buna rağmen, umudunu yitirmemişti: İnsan yaşadığı müddetçe, umutlarını yaşatmalı ve yeşertmeliydi.
Tekrar toparlanıp dönmek üzere Luristan taraflarına kaçtı.
Düşündüğü gibi de oldu: Toparlandı ve yeniden asker toplayarak güçlendi. O kadar güçlendi ki, 1230’da Ahlat’ı ele geçirdi.
Bir yandan da ülkesinin içindeki isyanlarla uğraşıyordu. Kimileri durumu kavramakta nedense inat ediyor; vatanından, milletinden önce kendi çıkarını düşünüyordu.
Bu tipler dün vardı, bugün de var, yarın da olacak!
Bu arada fitne kazanı durmadan kaynıyor, aynı dine mensup olan bazı devletler, Moğollara karşı ona destek olacaklarına maalesef köstek oluyorlardı.
Bu da her zaman olur!..
Çok can yakıcı ve izahsızdır. İnsan böyle bir durumu kavramakta zorlanır. Ne var ki tarih, başarı ve hezimetlerin yanı sıra, ihanetlerle de doludur.
İşte o sahnelerden biri: Anadolu (Selçuklu) ve Suriye kuvvetleri birleşerek, Celâleddin’in üzerine yürüdüler.
Bu durumda Celâleddin’in yapabileceği fazla bir şey kalmıyordu. İki ateş arasına sıkışmıştı: Bir tarafta Moğollar, bir tarafta din kardeşleri...
10 Ağustos 1230’da Yassıçimen Yaylası’nda (Erzincan yakınları) girdiği savaşta yenildi.
Yanında kalan yüz civarında adamıyla El-Cezire’ye (Cizre’ye) doğru çekildi. Lakin Moğollar, Dicle’nin karşı kıyısında pusuya yatmışlardı...
Celâleddin, Dicle Köprüsü’nü (Hısn-ı keyfa=Hasankeyf) geçer geçmez, saldırıya uğradı.
Yorgun ve hazırlıksızdı. Üstelik de çok az askeri vardı. Canhıraş bir mücadele vermelerine rağmen yanındaki herkes kısa süre içinde katledildi.
Bir kez daha yapayalnız kalmıştı. Ama bu sefer de canını kurtarmayı başarmıştı.
Meyyafarikin (Silvan çevresi) dağlarına çıktı.
Sığınacak bir yer ararken, karşısına bir göçebe çıktı.
Boş bulunup kim olduğunu ağzından kaçırdı. Göçebe Ahlat Savaşı’nda kaybettiği sevgili kardeşinin intikam sevdasına düştü. Kardeşinin ölümünden Sultan Celâleddin’i sorumlu tutuyordu.
Dalgın bir anında hançerini Celaleddin’in göğsüne sapladı.
Koca cihangir, ıssız bir dağ başında isimsiz bir göçebe tarafından şehid edilmişti (1231).
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.