“Dünya Kadınlar Günü” üzerine
8 Mart “Dünya Kadılar Günü” olarak yıllardır kutlanıyor...
Peki bu iş nasıl başladı?
“Hayat mücadeledir” anlayışını hayata hâkim unsur yaparak bir anlamda “başarı”yı kutsayan Batı düşüncesi, başarıya ulaşma esnasında karşılaşacak tüm engelleri “kuvvet”le bertaraf etme amacına yönelince, ortaya ister istemez “Altta kalanın canı çıksın” şeklinde özetlenebilecek bir uygulama çıktı...
“Başarı için her şey mubah” demeye başladılar. Dolayısıyla paranın ve fiziksel üstünlüğün sağladığı avantajla, parasal ve fiziksel açıdan daha güçsüz olan kesimleri ezmeye başladılar.
Bundan en çok zarar gören kesim de kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve fakirler oldu.
Meselâ, 8 Mart 1857’de ABD’nin New York kentinde greve giden 40.000 dokuma işçisini fabrikaya kilitleyerek ateşe verdiler (ya da bazılarının iddiasına göre yangın çıktı). Çoğu kadın, 129 işçi yanarak can verdi.
Olaydan yıllar sonra, 26 - 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka’nın Kopenhag şehrinde toplanan “Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı”nda, dokuma fabrikasında kadınların diri diri yakıldığı 8 Mart’ı “Dünya Kadınlar Günü” ilân ettiler.
Ardından 1921’de Moskova’da gerçekleştirilen “Üçüncü Uluslararası Kadınlar Konferansı”nda konu gündeme getirildi. Karar yinelendi. Fakat yaygınlaşamadı.
Neden sonra, (70’li yıllara doğru) Amerika Birleşik Devletleri konuyu sahiplenip Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndan geçirince, “Dünya Kadınlar Günü” dünyanın gündemine giriverdi.
Kendi inanç sistemine, gelenek ve göreneklerine uygun olup olmadığına bakmaksızın, Batı dünyasından esen her rüzgâra ritim tutan Türkiye ise bu süreçten de etkilendi ve 1975 yılından itibaren kitlesel anlamda kutlamaya başladı.
Ne oldu peki? Yıllardan beri kutlanan “Dünya Kadınlar Günü”ne rağmen, hayat dünya kadınlarının aleyhine gelişmesini sürdürüyor...
Erkek egemenliği altında yaşayan dünyada kadınlar hâlâ eziliyor, sömürülüyor, aşağılanıyor, fuhşa zorlanıyor; kısacası sırtından para ve itibar kazanılıyor (reklâm aracı olarak kullanılması, bu çerçevede araba, hattâ silah satışlarının temel figürü olarak görülmesi bir faciadır)...
Kadın konumu, siyaseti, kıyafeti (başörtüsü problemi bununla ilişkilendirilebilir) yüzünden dışlanıyor (kadının başörtüsü yüzünden “kamusal alan”dan dışlanması, kız çocuklarını diri diri toprağa gömen “Arap Cahiliyesi”nin çağımıza bir yansıması olarak değerlendirmek çok mu yanlış? Biri fiziksel anlamda öldürüyorsa, diğeri ruhsal ve sosyal anlamda öldürüyor).
Buna, kadınlara karşı şiddetin dünyada en yaygın ama en az cezalandırılan “suç” türü olduğunu, yılda 700 bin ila 4 milyon kadının fuhşa zorlandığını, “cinsel kölelik” yoluyla erkeklerin kadın vücudundan yılda tahminen on iki milyar dolar kazandığını, on beş ile kırk beş yaş arası kadınların hastalıklardan, kazalardan ve savaşlardan ziyade, erkek şiddetinden dolayı ya sakat kaldığını ya da hayatını kaybettiğini, terör ve savaşlar esnasında tecavüze uğrayan milyonlarca kadını ve kadının terörist eylemlerde piyon olarak kullanıldığını (canlı bombaların çoğu kadın) eklerseniz, gerçeği görürsünüz...
“Kadınlar Günü”nün bir işe yaramadığı açık...
Yaramaz, çünkü bu da erkeklerin kontrolünde (O kadar ki, 7 Mart tarihli gazetelerde “Kadın toplantısına erkek damgası” başlıklı bir haber vardı).
Özel günlerin bir yönü böyle...
Öteki yönü ise bundan daha vahim: Çünkü orada “Kutsal zaman” kavramını hayata geçirmeye çalışan “tek dünyacı” bir anlayış var.
Biliyorsunuz bu dünyada bir dine inananların yanı sıra, hiçbir “kutsal”a inanmayan, ancak tümüyle “kutsalsız” kalamadıkları için de bazı zaman dilimlerini kutsallaştıran “dinsiz”ler de var.
“Anneler Günü”, “Babalar Günü”, “Sevgililer Günü”, hattâ yılbaşı kutlamalarına bir de bu gözle bakar mısınız?
Tüketimi hızlandırmak için her şeyi kullanan kapitalist mantığın yanı sıra, bütün dinlerde var olan “kutsal gün” ve gecelere alternatif üretme çabası da kendini hissettirmiyor mu?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.