Japonya ve Türkiye: Tedbir alan ve almayan
Geçmiş yıllarda ticarethanelerin duvarlarını süsleyen bir tablo olurdu. Bu tabloda biri keyifli, kasası para dolu olan esnaf, patron; biri de çelimsiz, dert başına vurmuş, kasasında farelerin cirit attığı bir esnaf resmedilirdi. Kasası para dolu olan ‘patron’un fotoğrafının üstüne “peşin satan”, iflâs eden patronun resminin üzerine de ‘veresiye satan’ yazılırdı.
Kredi kartları çıkıp ‘veresiye satan esnaf’lar tarihe karışınca bu tablolar da görünmez oldular. Dün sabah erken saatlerde Japonya’da meydana gelen büyük deprem ve tsunami, bize bu tabloyu hatırlattı. Bu hadiseden yola çıkılarak şöyle bir tablo hazırlanabilir: Bir yanda Türkiye’deki depremlerin sebep olduğu hasar fotoğraflanır ve üstüne “tedbir almayan ülke”, diğer yanda da Japonya’daki deprem resmedilip onun da üstüne “tedbir alan ülke” yazılabilir.
Son yıllarda savaşları neredeyse ‘canlı’ takip etme imkânı oluyordu. Şimdi de Japonya’yı vuran ve büyüklüğü 8.9 (sekiz nokta dokuz) olarak açıklanan deprem ve sonrasında meydana gelen tsunaminin sebep olduğu tahrip bir bakıma canlı olarak izlendi. Hayal edilmesi dahi zor olan görüntüleri bütün dünya gördü. Dev dalgalar evleri, arabaları ve önüne kattıkları her şeyi sürükleyip götürdü. İnsanlara kıyamet dehşeti yaşatan bu görüntüler İnşâallah uyanışlara sebep olur...
Elbette bu sahneler, Kur’ân-ı Kerim’de anlatılan kıyamet sahneleriyle kıyaslanamaz. Ancak, Kur’ân’da anlatılan kıyamet sahnelerini; Japonya’da meydana gelen tahribe bakarak anlamamız kolaylaşabilir. Kur’ân’da anlatılan ‘kıyamet ânı’yla ilgili âyetlerin bir kısmını bu vesile ile hatırlayalım:
* Kıyameti gören her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür. (Hacc Sûresi)
* Gök yarılıp Rabbine boyun eğdiği zaman, yer düzeltilip içinde olanları dışarı atarak boşaldığı zaman ve yer Rabbine boyun eğdiği zaman herkes yaptığının karşılığını görecektir. (İnşikak Sûresi)
* Güneş dürülüp ışığı kalmadığı zaman. Yıldızlar düşüp söndüğü zaman. Dağlar yürütüldüğü zaman. Denizler kaynaştırıldığı zaman. Gök yerinden oynatıldığı zaman. Cehennem alevlendirildiği zaman. (Tekvir Sûresi)
* Yer dehşetle sarsıldıkça sarsıldığı, yeryüzü ağırlıklarını dışarıya çıkardığı ve insan ‘Buna ne oluyor’ dediği zaman. (Zilzal Sûresi)
* Gök yarıldığı, yıldızlar dağılıp döküldüğü, denizler kaynaştığı, kabirlerin içi dışa çıktığı zaman, insanoğlu ne yaptığını görür. (İnfitar Sûresi)
Şahit olduğumuz bu gibi felâketler, dünyevî tedbirlerin yanı sıra, uhrevî, manevî tedbirler de almamız gerektiğini bize hatırlatmalı. Bakınız, Türkiye depreme karşı gerekli olan maddî tedbirleri almadığı için 7.4 şiddetindeki bir deprem sonrası şehirler yıkıldı, 20 binden fazla insan vefat etti, milyarlarca lira da maddî zarar meydana geldi. Hâlâ o depremin sebep olduğu maddî yıkımların faturasını vergi olarak ödüyoruz. Japonya ise depreme karşı maddî terbirleri aldığı için 8,9 büyüklüğünde bir depreme rağmen binalar ayakta kaldı, ölü sayısı da Türkiye ile kıyaslanmayacak nisbette az. O halde ‘Depremle beraber yaşamaya alışalım’ demek yerine, ‘Mümkün olan maddî tedbirleri alalım’ demek lâzım.
Peki, maddî tedbirleri almak yeter mi? Yetmez, çünkü hadisenin bir de mânevî boyutu vardır. Madem bütün insanlar çeşitli sebeplerle vefat edecek, o halde ahiret için de gerekli tedbirleri almak lâzım. Dünyada tedbir alanlar nasıl ki kârlı çıkıyor, ahiret hayatı için de bugünden tedbir alanlar yine kârlı çıkacak.
Japonya’da meydana gelen büyüklükte bir depremin Türkiye’de ve bilhassa İstanbul’da meydana gelmesi durumunda nasıl bir tablo meydana gelebileceğini insan düşünmek bile istemiyor. Ya Rabbi, her türlü belâ ve musîbete karşı bizleri muhafaza eyle. Âmin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.