Faruk Çakır

Faruk Çakır

Mahşer mi mahşer...

Mahşer mi mahşer...

Her yıl olduğu gibi bu yıl da ‘18 Mart Çanakkale Zaferi’yle ilgili çok sayıda konuşma dinledik. Siyasîlerin değerlendirmeleri bir yana, ortaya konulan ‘belge’ler; Çanakkale Savaşının tam anlamıyla bir ‘mahşer’ yeri olduğunu gösteriyor. Zaten merhum İslâm Şairi Mehmed Âkif de “Çanakkale Şehitlerine” adlı şiirinde;
“Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer, / Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer” demiyor muydu?
Çanakkale Savaşı ve zaferi elbette çok önemlidir, ama ondan daha önemli olanın ‘nefisle savaşmak, onu mağlûp etmek, onun esiri olmamak’ olduğunu da akıldan hiç çıkarmamak icap eder. Her savaş ve zafer anlatılırken bu önemli noktayı da hatırlamak ve hatırlatmak gerekli.
Çanakkale gazilerinden “Kara Seyit” olarak bilinen Seyit Uçar’ın 95 yaşındayken yakınları tarafından kaydedilmiş 31 dakikalık ses kaydı, bir vesile ile ortaya çıkmış. Ses kaydını ortaya çıkaran araştırmacı Osman Karaca, şöyle konuşmuş: “Ses kaydında Kara Seyit, cepheyi ‘Mahşer yeri’ olarak tanımlıyor. Cepheye vardıklarında her tarafın kan olduğunu görüyor. Bunun (gördüğü kanın) önce kesilen hayvanlara ait olduğunu düşünüyor. Etrafta o kadar çok kan var ki kanların askerlere ait olabileceği aklına gelmiyor. Kara Seyit bu anları, ‘Seddülbahir’e vardık. Sağ baş bizim 15. fırkanın şurası. Zırıklınındere sağ başta bizik. Hep kan içti çamlar. Ben de diyom ‘Bu malı nerde kesmişler böyle?’. Hiç şehitlerin kanı demiyolar. Orda boyna hücum hücum hücum ettiyolar’ sözleriyle anlatıyor.’’ (AA, 18 Mart 2011)
Ne gariptir ki yakın tarihimizdeki en çetin muharebelerden olan Çanakkale Savaşını bile ayrıntılarıyla bilemiyoruz. Binlerce kişinin şehid olduğu, her adımda ‘destan’ yazılmış bu mücadeleyi anlatan dört başı mamur bir sinema filmimiz bile yok. İnançları uğruna şehadet şerbeti içen ecdadımızı hayırla yâd etmek, onları genç nesillere tanıtmak bir vazife değil mi?
Yine ne gariptir ki, Çanakkale’de şavaşın cereyan ettiği mekânların ziyaret edilmesinden ciddî anlamda rahatsız olanlar da çıktı. Hatta çeşitli ‘düzenleme’ler yapılarak ziyaretçi sayısına engel koymak isteyenler de oldu. Neymiş, bu mekânları gezenler tarihî gerçeklere ‘aykırı’ şekilde bilgilendiriliyormuş! Velev ki öyle olsa, size ne! Belki bazıları ‘hayal’ dünyasında gezmek istiyor? ‘Hayal dünyası’nda gezenlerin zararı da kendilerine olmaz mı?
Hem, nelerin ‘tarihî gerçek’ ve nelerin ‘tarihî yalan’ olduğu tartışmasız değil ki! “Resmî tarih”in anlattığı Çanakkale Savaşı ve zaferi ile, gazilerin ve şahitlerin anlattığı savaş aynı savaş değil. Niçin bunca yıldan beri, bu kadar önemli bir savaşın bütün belgeleri ortaya konulup nesillere bildirilmemiş?
Şükürler olsun ki, son yıllarda Çanakkale Zaferini ‘resmî tarih gözlüğü’ dışında anlatan kitaplar ve çalışmalar yapılabiliyor. Geçmiş yıllarda okutulan ders kitaplarında anlatılanlarla, bugün araştırmaya dayalı olarak yayınlanan kitaplar çok farklı. En büyük zaferimizi bile bu millete olduğu gibi anlatmayanlar, onu gölgeleyenler gençlere nasıl ‘hesap’ verecek?
Merhum Mehmed Âkif’in “Çanakkale Şehitlerine” adlı şiiri olmasaydı, inanın bu zaferi bile unuttururlardı. Bu vesile ile bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyoruz. Allah’ın adını yüceltme gayreti uğrunda çalışanlardan Mevlâmız razı olsun. Âmin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Çakır Arşivi