Türkiye ve ABD
ARAP dünyası kesin bir değişim süreci yaşıyor. Artık kitleler diktatörlere, şeyhlere, krallara eskisi gibi boyun eğmiyorlar.
“Otorite” kavramının geleneksel kutsallığı kayboluyor.
Tunus ve Mısır’da gördüğümüz gibi “modernist-milliyetçi” diktatörlüklerin de sonu gelmektedir.
Elbette Kaddafi adlı deli de gidecektir.
Fakat ortada çok ciddi bir sorun var: Baskı rejimleri kalkınca, altından neler çıkacak? Özlenildiği gibi demokrasiler mi? Yoksa mezhepsel ve etnik kimliklerin çarpıştığı bir kaos tablosu mu?!
Hatta mezhepsel ve etnik kimliklerin çatışması, bölgede Batılı sömürgecilerin cetvelle çizdiği sınırları zorlayarak daha büyük çatışmalara bile yol açabilir!
Suriye ayrı bir yazı konusu, yumuşak geçişi yapabilecek düzeyde bir ülkedir çünkü.
Vehhabiler, Şiiler, Zeydiler...
Şu tabloya bir bakınız:
Bahreyn: Nüfusunun yüzde 65-70’i İran gibi Şii-Caferi mezhebine mensuptur ve Sünni Halife hanedanı tarafından yönetiliyor. İsyan gerçekten bir Şii isyanıdır.
Suudi Arabistan: Bahreyn’deki Şii halk ayaklanmasının başarıya ulaşması en çok Suudileri korkutuyor. Çünkü Bahreyn ve diğer Körfez ülkelerine komşu Suudilerin doğu eyaletlerinde çoğunluk Şii’dir. Nitekim, rejime karşı protesto hareketlerinin başladığı Katif adlı Suudi eyaletinde Şiiler çoğunluktur.
Bahreyn’de Şiilerin iktidara gelmesi İran etkisini artıracağı gibi, Suudi Arabistan’ın Şii nüfusunu da tetikleyecektir. Bunun için Suudiler tanklarla Bahreyn’e müdahale ettiler, Batı da hiç tepki göstermedi!
Yemen: Güney Yemen Sünni Şafii, Kuzey Yemen Şii-Zeydi mezhebindendir. Prof. Mehmet Ali Büyükkara Yemenli Şafiilerin hızla Vehhabileştiğini ve El Kaide’nin burada güçlü olduğunu söyledi!
Vehhabilik Suudi nüfuzunun güçlenmesi demektir tabii.
Yumuşak geçiş imkânı?
Tablonun ne kadar riskli olduğu açık. Dışarıdan kara kuvvetleriyle işgaller asla olmamalıdır, ama işgal olmasa bile iç dinamikler çatışmacı bir yola sürüklenirse Irak benzeri tablolar kendiliğinden ortaya çıkabilir.
Onun için, rejimler değişirken, çatışkan mezhepsel ve etnik gruplar ile aşiretler arasında dostça hakemlik yapacak ve etkisini barışçı yöntemler için kullanabilecek güçlere ekmek su gibi ihtiyaç vardır. Bu konuda akla gelen ilk isim Türkiye’dir elbette.
Bu açıdan bakıldığında, operasyon, hem Kaddafi’yi göndermelidir hem radikal İslamcılığı veya Arap milliyetçiliğini tetikleyecek ölçüsüzlüklerden uzak olmalıdır. Türkiye ile ABD bu konuda görüş birliğindedir.
Türkiye Libya konusunda BM kararını desteklemiştir... İnsani yardım organizasyonuna hazır olduğunu açıklamıştır. Silah ambargosunu denetlemek için Deniz Kuvvetleri göndermek üzere hükümet Meclis’e tezkere yazmıştır... Türkiye Batı’dan gelecek aşırılıkları da önlemeye çalışmaktadır.
ABD’nin başında Obama’nın bulunması, bölgedeki değişimin yumuşak geçişlerle başarılabilmesi için bir şanstır.
Türkiye’nin hem Ortadoğu’da saygınlığını sürdürmesi hem ‘Batı ailesi’nden uzak düşmemesi için Ankara ile Washington diyalog ve işbirliği fevkalade önemlidir.
Nüanslarda eleştirilecek yönleri olabilir ama ben hükümetin politikasını, hele de ABD ile koordineli çalıştığı anlaşıldıktan sonra, isabetli buluyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.