Akıllara ‘bomba’ haber
Masum insanların çeşitli bahanelerle ‘maddî bomba’larla bombalanmasına itiraz ediyoruz, ama daha tesirli ve kalıcı zararlar veren ‘akılların bombalanması’ ve bir anlamda insanların deliye çevrilmesi karşısında çaresiziz.
Bu konuda gazete ve televizyonlar başta olmak üzere bütün iletişim vasıtaları suçludur. Maalesef gazetelerin ekserisi, insanların akıl sağlığına zarar veren haberlerle dolu. “Üçüncü sayfa haberleri” diye sunulan polisiye haberleri merak ile okuyan insanların ‘deli’ olmaması mümkün mü? Her gün en çirkin cinayet haberlerinden en az on farklı haber okuyan, sonrasında da bu haberler üzerine yorum yapan insanlar, akıl sağlığını muhafaza edebilirler mi?
Bu tehlikeye dikkat çekerken, aynı ölçüde tehlikeli olan müstehcen haber ve fotoğrafların sebep olduğu yıkımı, tahribi ve sarsıntıyı da inkâr ediyor değiliz. Hem müstehcen yayınlar hem de ‘polisiye, magazin haber’ gibi sunulan bilgiler insanların akıllarını hem geveze hem de hasta ediyor.
Geçen gün bir akrabamız, evdeki TV sebebiyle ‘eşi’yle sohbet etme imkânı bile bulamadığından şikâyet ediyordu. Evin beyi, işten dönünce “Şu haber çok önemli, bu haber çok önemli” diye diye koltuğunda uyuya kalıyor ve ‘iç işleri’yle ilgilenemiyormuş. TV’ye (ve ‘sanal âlem’e) teslim olmuş bir aile mensupları akıl sağlıklarını korumakta sıkıntı çekmezler mi?
Bu tehlike cidden hepimizi tehdit ediyor. Bilhassa ‘çok satan’ gazetelerde öyle cinayet haberleri yer alıyor ki, okuyanın ‘hasta’ olmaması mümkün değil. Üstelik bu yayınların zararlı olduğunu uzmanlar da her fırsatta ifade ediyor. Buna rağmen cinayet haberlerinden fırsat bulup da ‘haber’ okuyamıyoruz.
Avrupa ve Amerika’da yaşandığını duyduğumuz, ama ülkemizde yaşanmasına ihtimal vermediğimiz çirkin cinayetler artık Türkiye’de de işleniyor. Bu durum ürkütücü değil mi? Enflasyonun düşmesine sevinelim, ama aynı ölçüde insanlığın iflâs ettiğinin delili olan çirkin cinayetlere imza atılmasına da üzülmeyelim mi? Bu durumu bir problem olarak masaya yatırmak ve çare aramak gerekmez mi?
Medyanın cinayet haberleri vermedeki yarışını da anlamak mümkün değil. En ince ayrıntılarına kadar anlatılan hadiseler, muhtemelen yeni canilere mânevî destek oluyor. “O yaptı, ben de yapayım” yarışına girmiş gibiler. Çirkinlikleri yaymak, duyurmak ve ilân etmekle o çirkinliklerin gizli reklâmları da yapılmış oluyor. Gazetecilerin oluşturduğu sivil toplum kuruluşlarının bu gidişe itiraz etmesi de gerekir, ama görüldüğü kadarıyla onların gündeminde böyle bir madde yok. “Sen çok sattın, ben çok sattım” yarışı; kapımıza dayanan tehlikeyi görmemizi engelliyor.
Keşke, dünya meseleleriyle ilgilenmediği için sorulara muhatap olan Bediüzzaman Said Nursî’nin tavrını örnek alabilsek. Daha önce de bir vesileyle hatırlattığımız bir mektubunda şöyle diyor: “(...) Risâle-i Nur şakirtlerinin vazifeleri iman olduğundan, hayat meseleleri onları çok alâkadar etmez ve merakla baktırmaz. İşte bu hakikate binâen, değil on üç ay, belki on üç sene dahi bakmasam hakkım var. Sizler baktınız, günahlardan başka ne kazandınız? Ben bakmadım, ne kaybettim?” (Kastamonu Lâhikası, s. 161)
Televizyon ve gazetelerin çirkin haber bombardımanları karşısında onları izlemeyerek ‘sivil itaatsizlik’ yapmak lâzım vesselâm.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.