Terme'nin Feryadı Başbakanımıza Ulaşır mı Acep?
Biliyorum ki, kendileri insan şeref ve haysiyeti noktasında çok hassas bir şahsiyettir. Bu satırlarda ifâdesini bulan insanıma dair elim manzara, onu da ziyadesiyle müteessir ederdi ve derhal gerekli talimatları verirdi.
Feryadımızın muhterem Başbakanımızın nezdinde aks-i sadâ bulması dileğiyle…
Aziz okuyucularım, Habervaktim gibi dünya sathında 100 binlere ulaşan bir haber sitesinde, Samsun ilinin ufacık Terme ilçesindeki mahallî sıkıntıları bu sütunda işlemek, belki bu sitenin büyük çapına haksızlık gibi görülebilir.
Belki sathî olarak bakınca doğru bir düşünce. Ancak Türkiye’yi gövde, Terme’yi de bu gövdenin küçük bir azası olarak düşünürsek… En küçük bir azanın sancısı bile koskoca gövdeyi huzursuz kılar. Üstelik ben, bu rahatsızlıkların teşhis ve teşhirinin, Terme gibi bir çok azanın da hissiyatına tercüman olacağı kanaatindeyim.
Nasıl ki, bir çivi bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir komutanı, bir komutan bir orduyu, bir ordu bir milleti kurtarır… Bir Terme de bir Samsun’u, bir Samsun bir Ankara’yı, bir Ankara bir Türkiye’yi, bir Türkiye bir Dünya’yı kurtarır; hayali cihana değdiği o zamanlarda, bir Söğüt’ün bütün insaniyeti kurtardığı gibi.
Bu bakımdan, Türkiye’den bir cüz olan Terme ilçesindeki insanlığın ağlayan yüzünü, gönlü hisseden, gözleri gören, kulakları duyan makam sahiplerine göstermek, bütün Türkiye adına bir insanlık borcudur. Üstelik bu yazıda geçen Terme adının yerine kendi il veya ilçenizin adını koyarsanız, esasında his birliği içinde olduğumuzu göreceksiniz.
Neredeyse hergün Terme’nin yollarında, siyonist İsrail’in toplu katliamına maruz kalınmışcasına, insanların, atların, ineklerin, köpeklerin, kedilerin bedenleri paramparça oluyor, kafaları gövdelerinden kopuyor, beyinleri darmadağın oluyor ve yollar adeta mezbahaneye dönüşüyor.
Ama bazı mahallî idareciler, kalpleri var fakat hissetmiyor, gözleri var fakat görmüyor, kulakları var fakat duymuyor.
Çünkü onların gönüllerine, gözlerine, kulaklarına, “öldürücü küfür” ideolojisinin karanlığından kurtulmak henüz nasib olmamış.
Ve bu nasibsizlikten dolayı, yirmi birinci asırda hâlâ insanım bunların gözünde bir böcek mesabesindedir.
Şimdiye kadar bütün vatan sathı, yerleşim yerleri dışından geçen otoyollarla örülmesi gerekirken, her on yılda bir yapılan darbeler yüzünden bu memleketin enerjisi ve zenginliği sömürülerek belli mihraklara peşkeş çekilmiştir. Ve bu büyük ihanet yüzünden, son yıllarda yol yapım çalışmaları hızla artmasına rağmen, yeni inşa edilen duble yollar büyük oranda şehir içlerinden geçmektedir.
Bu duble yollardan biri de, Terme’nin tam ortasından geçen Karadeniz transit yoludur.
Düne kıyasla bugün, bu yolun etrafında binlerce insan yaşıyor, binlerce insan bu yoldan karşıdan karşıya geçiyor. Ve yine düne kıyasla bugün bu yoldan, başta koca koca TIR’lar olmak üzere binlerce araç geçiyor. Bu yoldan her gün binlerce TIRın geçmesi, yurdumuzun kalkınması adına elbette sevindirici bir durum.
Ama yolun insaniyet noktasındaki manzarası, hisseden kalpler, gören gözler için tam bir insanlık faciası.
Tek kelimeyle…
BU YOLDA DEVLETİN KANUNU, KURALI, NİZAMI YOK !!!
Ve bu yolda devlet olmadığından, her fert kendi kuralını kendisi ihdas edip uyguluyor.
Araçlar meskun mahal hız sınırı olan 50 km/h’nin çok çok üstünde bir hızla seyrediyor. Yol adeta yarış pistine dönüşmüş durumda ve yayalar dev TIR ve otobüslerle yolun ortasında kovalamaca oynuyor.
Manzarayı görseniz! İnsanlarla devasa makinalar iç içe.
Terme’de bu yol boyunca onlarca minibüs galerisi dizili. Bunların bir çoğu minibüsleriyle yolboyu yaya kaldırımlarını ve ara sokakları işgâl etmiş durumda. Yaya kaldırımlarının bu işgâli yüzünden çocuklarımız, yaşlılarımız, analarımız araçların, dev tırların dibinde emniyet şeridinden veya yolun ortasındaki refüjden yürüyor.
Şu ağlanası manzaraya bir bakın ! Ufacık bir çocuk, emniyet şeridine park etmiş bir kamyonun önünde, önce kafasını uzatarak yoldan araç gelip gelmediğine bakıyor ve sonra yüz metre öteden gelen tırın altında kalmamak için can havliyle yola fırlıyor. Ya ayağı takılıp yolun ortasında düşse? Çocuk bu, dalgınlıkla yola fırlasa? O TIR bir böcek gibi ezmez mi onu?
Bu ufacık ilçede, bu mazlum milletin alın teri ile, altına on binlerce lira değerindeki makam arabasını çeken bir sürü etkili ve yetkili adam var ki, bunlar mağrurluklarının abidesi kara kara makam araçlarıyla o yoldan belki her gün geçerler ama, insanlık onurunun ayaklar altına alınışını ne görürler, ne duyarlar, ne hissederler.
Peki, binlerce insanın can güvenliğinin sözkonusu olduğu bu yolda devletin kanunu kuralı yok madem, kural ve kanunları uygulatmakla mükellef olan devletin güçleri nerede?
Tüm Türkiye’ye ibret olması için söyleyeyim:
Çoğunlukla araçlarını, hemen hemen hiçbir asayiş olayının olmadığı ilçe meydanına çekerler. Soğuk havalarda aracın içinde öylece otururlar, sıcak havalarda ise seyyar satıcılarla sohbet ederler, çekirdek çitletip çay içerler, gelen geçen eş dostla sohbet ederler. Zaman zaman da efendi efendi yoluna giden sürücüleri durdurup evrak kontrolü yaparlar.
Oysa ilçenin tam ortasından geçen bir canavar yol vardır ki, bu yolda günün yirmi dört saati ölüm kol gezer ve sürekli katliamlar olur. Ama ilçe meydanında vazife yapmak, bu yolu denetlemekten çok daha önemlidir onlara göre.
Zaman zaman görünürler karayolunda, büyük bir vazife aşkıyla başlarlar emniyet şeridine park eden araçları çirkin mi çirkin, azarlayıcı mı azarlayıcı bir ses tonuyla anons etmeye. “55 bilmem ne! Aracınızı emniyet şeridinden kaldırın, aksi takdirde…”
Sanki,“Ey katil adayı! Bak katliam yapacaksın, derhal bu niyetinden vazgeç, yoksa ...!” der gibi. Siz bu tasvire gülün, ama inanın ben ağlıyorum.
Kural ihlâli yapanlara, mevzuata uygun müeyyide uygulamak yerine, sinirleri tahrib edici anonslarla binlerce insanın ruh sağlığıyla oynamak, hangi tarih öncesi devirden kalma bir uygulama, doğrusu merak ediyorum.
Gören sanır ki, büyük bir azimle vazife deruhte ediyorlar. Ama ne trajikomiktir ki, bu vazife esnasında gözlerinin tek gördüğü, emniyet şeridine park etmiş araçlardır.
Bu esnada; canavar araçlar yanlarından meskun mahal hız sınırını kat kat aşarak geçer, vazifeleri değildir, görmezler, duymazlar…
Galericilerin minibüsleri yaya kaldırımlarını işgâl etmiştir, görmezler, duymazlar…
Yaya kaldırımlarının işgâli yüzünden yayalar vızır vızır geçen araçların dibinden, emniyet şeridinden yürür, yine görmezler, duymazlar…
Onlar için en büyük vazife, arada sırada karayoluna uğrayıp emniyet şeridine park eden araç sürücülerini, ceza kesmek yerine azarlamaktır.
Ve yine trajikomik tezata bakın ki, emniyet şeridine park eden araçları anons eden bu ekip, zaman zaman bir minibüs galerisinin önündeki emniyet şeridine devletin aracını utanmadan park edip galeride dakikalarca sohbet edebilir, hem de galericinin emniyet şeridine park eden araçlarına ses çıkarmadan.
Tam manasıyla utanç verici bir manzara!
Devletin nizamını uygulatıp, halkın huzurunu sağlamakla görevli olan kişiler, bizatihi devletin gürültü kirliliği yönetmeliğini çiğniyor ve insanlığı yaşatacağı yerde, adeta katlediyorlar.
Bu insanlık onurunu rencide eden azarlamayı yaparken, çevrede ikamet eden ve zaten son sürat giden araçların gürültüsünden sinirleri tarumar olan insanları, meydana getirdikleri gürültü kirliliği ile evlerinin içinde rahatsız ettiklerini düşünemezler. Gece çalışıp gündüz evinde istirahat eden mi var (bu bir polis de olabilir), hasta mı var, çocuk mu var, yaşlı mı var, akledemezler.
Oysa devletimi yaşatabilmek için, önce insanımı yaşatmaları gerektiğinin şuurunda olsalardı, çirkin ve azarlayıcı anonsları yapmak bir tarafa…
Gündüz araçların 50 km/h hız sınırını aşmalarını engellerler, gece de yol boyunca ikamet eden binlerce insanın, gündüzün yorgunluğunu insan onuruna yakışır bir şekilde evinin içinde atabilmesi için, tıpkı Avrupa’da olduğu gibi, hız sınırını 30 km/h’ye indirirlerdi ve sürücülerin buna riayet etmesini sağlarlardı.
Ama heyhat!
Meskun mahalde hız sınırına bizzat kendisi riayet etmeyenden bu medeniyeti beklemek, herhâlde safdillik olurdu.
Devletimiz son yıllarda “insan hakları” na büyük önem veriyor, ancak bu görebildiğim kadarıyla sadece terör ve işkence gibi konularla sınırlı.
Naçizane teklifim; insanların ruh ve beden sağlığını tehdit eden trafik terörü, gürültü ve çevre kirliliği gibi konular da bu kapsamda değerlendirilmeli. Ancak o zaman gerçek insan haklarından bahsedebiliriz.
“Ağlarım ağlatamam, hissederim söyleyemem, dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım!”
Bu derde sütunlar yetmiyor. Haftaya yine dertleşelim inşaallah.