“Çare”yi gösterelim
Aile ile ilgili gelişmeler her zaman gündemin ilk sırasında olmayı hak ediyor. Çünkü aile müessesesi sağlam olursa pek çok sıkıntıları aşmak mümkün olur.
Tersi, yanı ailenin karşı karşıya olduğu tehlikeleri görmezden gelmek ve “Aldırma, geç!” tavrı sergilemek ağır fatura ödememize sebep olur. Nitekim, son yıllarda aile ile ilgili konular gündemden düştü ve maalesef ‘aile kurumu’ yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya.
Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Merkezi (SEKAM) tarafından (2-3 Nisan 2011 tarihinde) İstanbul Fatih’teki Berr Otel’de düzenlenen “Savrulan Dünyada Aile” konulu sempozyumun sonuç bildirisi bu bakımdan ‘erken uyarı’ olarak yorumlanmalı. Sempozyumun sonuç bildirisinde şöyle denilmiş: “Medya aile kurumunu parçalıyor. Kanunî düzenlemeler yetersiz ve Türk toplumuna uygun değil. Toplum bireyleri giderek bencilleşiyor. Ailede rol çatışmaları yaşanıyor ve boşanmalar hızla artıyor. Sekülerizm ve modern hayat manevî ve ahlâkî değerleri zayıflatıyor. Acil önlem alınmazsa durum vahim.”
Bu tesbitler için bir yönüyle, “Olumsuz bir tablo çizilmiş. Biz hâdiseye güzel yönünden bakalım, çareler sunalım” denilebilir. Doğrudur, elbette öncelikli olarak ümitvar olacağız ve ümitvarız. Ancak ümitvar olmak, gerçekleri görmemize de engel olmamalı. Mutlaka ‘sağlam aile’ler de var ve belki bunların sayısı da artıyor. Ama öte yandan ‘dağılan aile’lerle de karşı karşıyayız. Önemli olan bir ailenin dahi dağılmamasını temin etmek değil mi? O halde, bunu temin için neler yapmamız gerektiğini konuşmak ve çare aramak birinci gündem maddemiz olmalı...
“Acil önlem alınmazsa durum vahim” tesbitinden yola çıkmak gerek. Hakikaten, mevcut hâl, durumun ‘vahim’ olduğunu gösteriyor. Bu tesbit, Türkiye’yi idare edenler için ‘ciddî ikaz’ olarak görülmeli ve yarından tezi yok, aileyi bombalayan TV dizileri başta olmak üzere bütün medya ve ‘sanal âlem’e çeki düzen verilmeli.
Aile müessesesinin yıkılma ve dağılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu en yakınımızdaki ‘aile’lere bakarak anlayabiliriz. Elbette sadece bugünün meselesi değil, ama ‘aile ve akraba ziyaretleri’nin bile TV dizilerine göre düzenlendiği bir devirdeyiz! Bu hâl, tehlikenin kapımıza dayandığını göstermez mi?
Garip olan şu ki, ‘çirkinlikler’in farkında olduğumuz halde ‘tedbir’ alma noktasında ihmalimiz var. Hem TV’lere ve tahripte onun yardımcılarına teslim olmuş vaziyetteyiz, hem de tamamız bu durumdan şikâyetçiyiz. Elbette karşı karşıya olduğumuz tehdit ve tehlikeler karşısında; ‘çare’leri bilenlerin bunları söylemesi, en uygun lisan ile anlatması gerekir. Bu noktada, Diyanet’in de, ‘insanları iyiliğe dâvet için’ bir araya gelen bütün sivil toplum kuruluşlarının da sorumluluğu vardır. Bir defa değil, bıkmadan ve usanmadan belki de bin defa bu ‘çare’lerin insanlara anlatılması gerek. Aile nasıl muhafaza edilir? Bu noktada karşı karşıya olduğumuz tehdit ve tehlikeler nelerdir? Aile ‘gövde’sinin içine giren ‘kurt’lar nelerdir? Bu ‘kurt’lar nasıl bertaraf edilir? Bütün bu soruların ikna edici cevapları kamuoyu ile paylaşılmalıdır.
“Biz bu konuda geçen yıl bir hutbe hazırlamıştık. Biz bu konuda geçen ay bir seminer vermiştik. Biz bu konuda geçen hafta bir yazı yazmıştık. Biz bu konuda geçen mevsim bir sempozyum, kongre, panel düzenlemiştik. Biz vazifemizi yapmıştık. Biz ikaz etmiştik! Bizim ailemiz sağlam! Tehlike bizden uzak. Bizim elimizde ‘elmas kılınçlar’ var! Bize bir şey olmaz” diyemeyiz ve dememeliyiz!
Toplumun bir ferdi olarak, tehlike hepimizi ilgilendiriyor ve bildiğimiz ‘çare’leri kendimize saklamakla bir yere varamayız. Gelinen nokta hepimize ikâz olsun. “Hıfzeden” Allah, bizi, ailemizi ve bütün insanları “fitne”lerden muhafaza etsin. Âmin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.