Şu Selaniklilerin Müslümanlara Ettikleri
Selanikliler işi o kadar ileriye götürdüler ki, dindar ve koyu Müslüman olmayı bile suç saydılar, kötü gördüler.
Halkın elbette Müslüman olmaya hakkı vardı ama bu Müslümanlığa bir sınır çizmişlerdi.
Kimlik kartının din hanesine İslam yazılmasına göz yumuyorlar, ölülerin yıkanıp kefenlenmesini ve camiye getirilip cenaze namazı kılınmasına bir şey demiyorlar ama "dinciliği" ülke ve devlet için büyük hatta birinci tehdit ve tehlike olarak görüyorlardı.
O kadar mantıksız, tutarsız, dengesiz idiler ki, Müslümanlığı şu veya bu kadar kabul eder göründükleri halde İslam hükümlerinin tamamı olan Şeriat'a amansız düşmanlık yapıyorlardı.
Elbette din ve inanç hürriyeti vardı ama Müslümanlar devletten bağımsız medreseler açarak gerçek din alimi yetiştiremezlerdi.
Müslümanlar dergah, tekke, zaviyeler açarak zikrullah yapamazlardı.
Müslümanlar kızlarını tesettür kıyafetiyle okullara göndere- mezlerdi.
Onlar bikini mayolarla plajlarda, mini eteklerle kamu alanlarında fink atabilirler ama başı eşarplı bir kadın doktor, yine başı kapalı bir kadın avukat mesleğini bu kıyafetle icra edemezdi.
Bir ara işi o kadar azıttılar ki, imamlara bile bozuk düzene sadık kalıp hizmet edeceklerine dair resmi yeminler ettirdiler. (Halen devam ediyor...)
Kadınlara haysiyet kazandıran tesettürü öcü gibi gösterirken, fahişelere TC başlıklı resmi vesikalar verilmesini, bu resmi fuhuştan KDV ve gelir vergisi alınmasını bir kere bile protesto etmediler.
Namaz kılan, hanımlarının başları örtülü olan en çalışkan, en başarılı, en dürüst, en vatansever bazı memurları bile, bütün birikmiş haklarını çizerek, yargı yolu kapalı olarak işten atıp perişan ettiler.
Yurt dışında tahsil görmüş, yabancı dil bilen, kültürlü bir hanımı, seçimi kazanmış olmasına rağmen sırf başı örtülü olduğu için Meclis'e sokmadılar, olmadık hakaretler savurdular, eşkıyalık yaptılar, milli iradeyi ayaklar altına aldılar.
Resmi ideolojiyi İslam'a zıt bir din haline getirdiler.
Yıllar boyu laiklik terörü yaptılar.
Komünist Partisi kurulmasına izin verilmiş olduğu halde, İslam partisi kurulmasına izin verdirtmediler.
Taksim meydanında kocaman bir kilise var, ona bir şey demediler, Müslümanlar orada münasip bir yere cami yaptırtmaya kalkınca "Taksim meydanı laik ve Atatürkçü bir meydandır, oraya cami yapılamaz!.." diye delice direndiler. Sanki Müslümanlar Moskova'da Kızıl Meydan'a cami yaptırtmak istiyorlardı.
Velhasıl bu memlekette çoğunluğu oluşturan Müslümanlara ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi, parya muamelesi yaptılar.
Müslümanlara gerçek demokrasiyi layık görmüyorlardı.
Müslüman halk vesayet sistemi altında yaşatılmalıydı.
Müslümanlara gerçek cumhuriyet hakkı verilemezdi.
Dindarlığın da bir hududu vardı.
Musalli Müslümanlar potansiyel tehdit ve tehlikeydi.
Müslüman olunabilirdi ama musalli değil, musalla Müslümanı olunabilirdi.
Masonlar localarda Mason ayini yapabilirdi ama Müslümanlar tekkelerde zikrullah yapamazdı.
İhtiyar kadıncağızlar, taşra halkı, okumamışlar başlarını örtebilirdi ama dindar üniversite profesörleri, dindar avukatlar, dindar memureler, dindar öğretmenler başlarını örtemezdi.
M. Kemal Paşa'nın ölümünden sonra resmi bir ideoloji türettiler ve Müslüman halka nefes aldırmadılar.
Okullara göstermelik, aldatmalık din dersleri koydular.
İslam'ı büsbütün yok edememişlerdi ya, öyleyse dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim, Fazlurrahmancılık, BOP'çuluk, ılımlı İslam numaralarıyla işlerine gelen özel ve yapay bir İslam çıkartacaklardı.
Onların maskelerini çıkartın, altından cascavlak Moiz Kohen Tekin Alp'ler çıkacaktır.
Onların ana prensiplerinden biri "Benzeme benzettir".
Maalesef bir kısım Müslümanları kendilerine benzettiler.
Selanikliler bir yandan, benzetilmişler öte yandan Müslümanlara kan kusturuyorlar.
Müslüman kesimin yüzde kaçı bu anlattıklarımı şuurlu bir şekilde biliyor.
Bilenleri, uyanık olanları tebrik ediyorum.
*(İkinci yazı)
İmamlar Okullarda Ders Vermeli
ALMANYA eğitim bakanı "İmamlar da, papazlar gibi okullarda din dersleri verebilmeli, lakin bunun için üniversitelerden gerekli diplomaları almış olmaları gereklidir" mealinde bir beyanda bulunmuş.
Bakan çok doğru söylemiş.
Din dersi verebilmeleri için öne sürdüğü şart da çok doğru ve yerindedir.
Avrupa'daki İslam görevlileri ve imamlarda şu şartlar bulunmalıdır:
(1) Bulunduğu ülkenin edebi ve yazılı lisanını çok iyi bilecek. Bu lisanla kitap, makale yazabilecek, yanlışsız konuşma yapabilecek.
(2) İyi İngilizce bilecek.
(3) Pedagoji okumuş olacak.
(4) Ehl-i Sünnet camiasına mensup din görevlilerinin Sünni akideye, fıkha, ahlaka sımsıkı bağlı olmaları gerekir.
(5) Reformculuk, mezhepsizlik, ılımlı İslamcılık, Diyalogçuluk, Fazlurrahmancılık, Hadis Ayıklama, Selefilik, İslami aktivizm, Vehhabilik, BOP'çuluk gibi akımlara mensup olmayacak.
(6) Ahlak ve fazilet sahibi olacak.
(7) Dini hizmetleri zengin olmak için alet etmeyecek.
(8) Karizmatik bir şahsiyete sahip olacak.
(9) Ehl-i Dünya olmayacak.
(10) Cemaat veya tarikat holiganlığı ve militanlığı yapmayacak.
(11) Kendisinde Şeriattan kıl kadar ayrılmamak şartıyla tasavvuf boyutu ve neş'esi olacak.
Maalesef Türkiye Müslümanlarının böyle vasıflı, güçlü, üstün din hizmetlileri yetiştirecek yüksek medreseleri ve okulları bulunmamaktadır.
İmamlar namaz kıldırma, cenaze kaldırma, Ramazanda teravih imamlığı yapma memurları değildir. İmam önder demektir. Cami civarındaki bütün Müslümanların problemleriyle ilgilenip çare ve çözüm arayıp bulmakla yükümlüdür.
Vasıflı, kültürlü, güçlü, ahlaklı, karakterli, bilge imamlar sadece Müslüman halkı ve gençliği değil, gayr-i Müslimleri de cezb edebilir.
İmamların dini hizmetlere paralel olarak geleneksel İslam sanatlarından birinde de uzmanlığı ve marifeti olmalıdır. Böyle bir uzmanlığın nice faydası vardır. Din yoluyla para kazanıp zengin olmak haramdır ama sanat yoluyla kazanılan para (Şeriat kurallarına uygun hareket edilmek şartıyla) helal ve tayyibtir.
Sanat ve estetik boyutu olan Osmanlı işi müzelik deri cilt yapmasını bilen bir imam herkesin ilgisini ve saygısını çeker.
Hattat, ebrucu, müzehhib, sedefkar, yazmacı (el dokuması kumaş üzere kalıpla desenler basıp bunları tabii boyalarla boyama sanatı), ney üfüren, el dokuma tezgahında kıymetli kumaş dokuyan, yine el işi kağıt yapan veya bunlara benzer sanatlardan biriyle iştigal eden bir imamı herkes takdir eder, sayar, sever.
İnşaallah Müslümanlar böyle imamlar, böyle din hizmetlileri yetiştirirler. Böyle hizmetkarlar hüdayınabit yetişmez. Mektebi medresesi olacak, üstadı müderrisi olacak, plan ve programı olacak ki yetişebilsin.
*(Üçüncü yazı)
Sakız Çiğnemek Ayıp mıdır?
BENDENİZE, önceden randevu alarak bir ziyaretçi gelse, içeriye alsam, konuşmaya başlasak, ziyaretçi ağzında sakız veya ciklet çiğnese, arada bir balon yapıp patlatsa, ben ne yaparım?
Misafirim olduğu için kendisini üzmem, kırmam, ayıbını yüzüne vurmam ama daha sonra tekrar görüşmek isterse talebini kabul etmem. Ona tabii ki, siz konuşurken sakız çiğniyorsunuz diyerek kalbini kırmam, çeşitli mazeretler sürerek görüşme isteğini reddederim.
İnsan sakız veya ciklet çiğneyebilir mi? Elbette çiğneyebilir. Lakin özel hayatında... Yalnız iken, evindeyken...
Topluluk içinde sakız veya ciklet çiğnemek İslam-Osmanlı görgü kurallarına göre yanlış bir harekettir.
Sadece sakız çiğnemek değil...
Topluluk içinde, halkın bulunduğu bir yerde, bir nakil vasıtasında mesela bir otobüste yüksek sesle kahkaha ile gülmek nezakete ve medeniyete uymaz.
Herkesin içinde gerinmek de görgüsüzlüktür.
El parmaklarını çıtlatmak da ayıptır.
Yer ve içerken ağzını şapırdatmak...
Genç kız ve hanımların açık alanlarda, herkesin içinde fingir fingir gülüşmeleri...
Sokakta açıkta, yürürken yemek içmek... Dönerli sandviç almış, hem yürüyor, hem kurt gibi kocaman lokmalar ısırarak hart hurt yiyor... Yahut dondurma külahını şapır şupur yalayarak gidiyor...
Otomobilin pencerelerini açmış... Teybi sonuna kadar açmış... Direksiyonun başına akıntı çağanozu gibi yampiri oturmuş... Çılgın gibi araba sürüyor. Görgüsüz!..
Kalabalık bir yaya kaldırımında dört arkadaş gelip geçenleri rahatsız edecek şekilde durmuşlar gevezelik ediyorlar. Görgüsüzler!..
Beş yaşındaki çocuğunu elinden tutmuş, gezdiriyor. Çocuk kaldırımın otomobillere bakan tarafında. Bu da görgüsüzlüktür.
15.04.2011
Mehmed Şevket Eygi