Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Aşkın gözyaşları

Aşkın gözyaşları

İlm kesbiyle rütbe-i rif’at,
Arzu-yı muhal imiş ancak...
Aşk imiş her ne var ise âlemde,
İlm bir kıl ü kal imiş ancak.
Fuzuli’nin bu mısralarını ilk kez okuduğumda tepeüstü çakılmış gibi hissettim kendimi... Şiir bittiğinde bulutlardan düşmüş gibiydim...
Şaşkın şaşkın bakındım...
Toparlanmam çok uzun sürdü.
Ardından, “Aşka vakit yok” (bu isimde bir film mi izlemiştim ne?) diye düşündüm. Herkes öylesine bir koşturmaca içinde ki, aşkla birlikte baharı da ıskalıyor.
Sizi bilemem, ama bana aşkla bahar arasında bir ilişki varmış gibi geliyor.
Toprağın yeşermesini aşkın gönüllerde yeşermesine benzetiyorum.
Sonra tomurcuklanıyor. Nihayet papatyalar açmaya başlıyor.
Neden mi papatya? Bir kere beyaz... Beyaz, masumiyetin simgesidir. Aşk da masum... Aynı hüzünlü, biraz da mütereddit (ikilemli) dizilişi, gerçek aşkta daima var olan ayrılık korkusuyla vuslat neşesi arasındaki çelişkili gel-gitleri anımsatır.
Bir bakmışsınız bütünüyle sendedir, sensin; bir de bakarsınız ulaşılmaz derecede uzaktır, uzaksın...
Çelişkilere dolanır yüreğiniz. Bir derin seversiniz, bir nefret edersiniz! Aslında nefret ederken bile ona tutulur, ona tutunursunuz.
Bilmiyorum, meşhur allame Ak Şemseddin aşkı keşfettiğini sandığında (sanırsınız, ama hiçbir zaman keşfedemezsiniz onu) kaç yaşındaydı? “Ben aşkı böyle bilmezdim” demesine bakılırsa hayli yaşlı olmalı:
“Bu aşkı ben bilmez idim,
“Bir acaib sevdâ imiş...
“Bir zerresi ay-u güneş,
“Bir damlası derya imiş.”
Allah ilk insanı yarattığında, “Kan dökecek bir varlığı neden yarattığını” sormuş melekler...
Aldıkları cevap aşkın sırrı gibi:
“Siz benim bildiklerimi bilmezsiniz!”
Özgür duyguların şahikasını o duyguları yaratandan başka bu kadar veciz, bu kadar net kim ifade edebilir?
“Siz benim bildiklerimi bilmezsiniz!”
Duygunun zirvesi “aşk”ı, aşkın insanı yıkayıp durulayan kudretini, ruhunu yüreğine emzirip sarhoş oluşunu melekler nereden bilebilir?
Hani bir soru vardır ya: “Çok gezen mi çok bilir, çok okuyan mı?” diye. Diğer konuları bilmem, ama aşkı ne gezen bilir, ne okuyan; onu sadece yaşayan bilir.
Neden derseniz, hayatın özündeki sırdır “aşk”! Fuzuli’nin deyişindeki gibi, her yerdir ve her şeydir aynı zamanda!
Gerçi “aşk” denilen derin sevgi, son yıllarda bir hayli rayından çıkarıldı. Sözde “sanat çevreleri”, “televole” mantığıyla yaşadıkları yapay hayatlarla aşkı iyice yozlaştırıp kirlettiler. Yapay dünyada “aşk”ın yerini “zevkçilik” aldı. Ancak gerçek dünyada aşk hep yaşıyor ve hep yaşayacak.
Aşk ölürse hayat da ölür!.. Geriye sadece “kıyamet” kalır. Çünkü aşk hayatın hayatıdır!
“Ya sevgi?” diyeceksiniz. Sevgi “sevgici”lerin elinde bir nevi ideolojiye dönüştü. Ve sanki herkes birbirini sevmek zorunda imiş gibi bir hava oluştu.
Oysa sevgi bir zorunluluk değil, hayatın ruhsal derinliğinin dışa vurumudur. İçten yaşanırsa ve kendiliğinden gelişirse bir anlamı olur. Zaten kimseyi sizi sevmeye zorlayamazsınız, ancak kendinizi sevilecek bir insan yapmak için çabalayabilirsiniz.
Hemen hemen tüm köşe yazarlarının “reel-politik” takıldığı bir vasatta, baharla aşkın vuslatını hatırlatmak istedim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi