“İnsan Politik Hayvandır”dan Nükleer Enerjiye!.. (1)
Eskilerin tabiriyle, “seçim sathi mailine girdik” ya artık gözümüz başka bir şey görmüyor artık.
Beynimiz sanki siyasilerce esir alınmış, ancak söylenilenleri algılayabiliyor; gözümüz illüzyonlarda, sadece önüne tutulanı görebiliyor. Alman filozof Wundt’un Darwinist bir yaklaşımla söylediği “İnsan düşünen bir hayvandır” sözünü haklı çıkaracak herhangi bir düşünsel üretim yok yani!.
Eskiyi de hatırlayamıyoruz. Daha dün denecek kadar yakın bir zamanda, Japonya’da yaşanan büyük felaket (Tsunami ve Fukişima nükleer santralındaki hasar-sızıntı) bile hafızalardan silinmiş. Oysa kıyameti hatırlatan o dehşet görüntüler günlerce gazetelerde yer almış, binlerce defa TV’lerde gösterilmiş, beynimiz bütün loblarıyla adeta işgale uğramıştı o zamanlar.
Henüz kapsamı, etkileri, sonuçları, ölenlerin sayısı dahi bilinmiyor ama bizler çoktan bu işgalden kurtulduk(!) ve kısır gündemimize döndük bile: Başbakan Erdoğan şunu dedi, Kılıçdaroğlu şöyle cevap verdi, Devlet Bahçeli... Kahvehanelerde konuşulanlar, resmi dairelerde tartışılanlar, köşe yazılarında-TV’lerde kritik edilenler hep aynı (aslında boş) şeyler.
Sonuç itibarıyla asıl gündemimiz olması gereken meselelerden uzaklaşmış, tam anlamıyla politize olmuş durumdayız. Sinemada bir gerilim filmi izlemiş ve sonra da çıkıp evimizin yolunu tutmuşuz gibi davranıyoruz; öyle bir felaket hiç yaşanmamış ya da başka herhangi bir meselemiz var olmamış sanki... Benzetme belki caiz değil ama (isterseniz bunu bir mizah unsuru olarak alalım) Aristoteles’in “İnsan politik bir hayvandır(!)” tespitine evrilmişiz yani!
Oysa insan olmak babında, önümüze konulan yem ya da gösterilen manzara ne olursa olsun bizler ne yediğimizi veya nereye bakacağımızı bilmeli ve kendi tercihimizi yapabilmeliyiz. Ancak o zaman kendimizi Darwin’in “insanoğlunun atası” dediği maymundan (!) farklı bir konuma taşıyabilir, Allah’ın (cc) “eşref mahluk” diye nitelendirdiği varlık olma sıfatına yakıştırabiliriz.
Şimdi, ben böyle bir adım atacak ve seçim gibi (gelecek yıllarda, şöyle bir geriye dönüp bakıldığında, rahatça) suni sayılabilecek gündemden sıyrılıp insanoğlunun daha temel bir meselesine doğru yol almaya çalışacağım... Makale Konumuz; nükleer enerji... Elektrik enerjisinden yola çıkarak bu enerji türünün gerekliliğini, tehlikesini, maliyetini, yaygınlığını vs irdeleyeceğiz. Mihmandarımız; ODTÜ’nün emekli öğretim üyesi, önder bilim adamı, güzel insan Prof.Dr. Ahmet Rumeli Hoca’mız. Kaynağımız ise onun iki yıl önce, Bilim insanları Derneği (BİDDER) olarak bizlere vermiş olduğu “Elektrik Enerjisi, Türkiye ve Kıyamet” adlı konferansından anladıklarım. Bir tıp doktoru için “hariçten gazel okumak” gibi bir şey bu belki ama sahipsiz ülkemizin okumuş-yazmış takımından sayılan insanları olarak, böyle bir konuda dahi en azından bir anlama çabası içinde olmamız gerektiğini düşünüyorum. Sürçü lisan edersem af ola.
Evet, bu makale, seçim tartışmalarının tozu dumana kattığı bugünlerde pek çok okuyucuya heyecansız gelecektir eminim. Ancak unutmayalım ki bu seçim de nihayet iki ay sonra bitecek ve bizler aynı müzmin sorunlarımızla baş başa kalacağız. Belki de “bu seçim de geldi geçti, biz ne kazandık” diyecek ve boşa geçtiğini düşündüğümüz günlerimize yanacağız...
Hem bu yazılar öyle o kadar da boşa gitmiyor aslında. Yaklaşık iki yıldır bu köşede yazdığım makaleleri, “aynı” haliyle toparladık ve “V/akitli Yazılar” adı altında “Barış Kitap”tan yayımladık. Konuyu manşetine taşıyan Habervaktim.com’un editörü değerli gazeteci Fatih Akkaya’nın tabiriyle; ölümsüzleştirdik. Güzel bir iş yaptığımızı düşünüyorum. Takdir, tabii ki milletimizindir.
...Zaten tartışılan bir konu idi. Fukişima’da meydana gelen nükleer kaza sonrası daha da tartışılır oldu. “Dünya’da nükleer santral sayısı azalıyor, en pahalı elektrik nükleer enerjiden elde edilendir, Türkiye’nin nükleere enerjiye ihtiyacı yok, Dünya ülkeleri nükleer santral yapımından vazgeçiyor, nükleer santral atom bombası gibi patlar, çevre düşmanıdır vs.” dendi.
Aslında 2006 yılında kurulan Nükleer Teknoloji Bilgi Platformu (NÜKTE) bütün bunları çürüten açıklamalar yaptı ve bunlar da gazetenizin 29 Mart 2011 tarihli sayısında manşetten verildi. Ama tsunaminin dehşeti gerçekten büyüktü ve bütün bu açıklamalar insanları rahatlatmaya yetmedi. Biz bu makale serisinde biraz daha detaya inecek ve bazı somut gerçekleri ortaya koymaya çalışacağız. Umarım, bunlarla, insanların kafasındaki sorular bir nebze olsun çözülmüş olur.
Ahmet Rumeli Hoca’mız konuyu, elektrik enerjisinin teknik, ekonomik, sosyal, dini, uluslararası, kültürel, edebi ve espritüel boyutlarını öne çıkararak işlemiş ve dünyadaki nükleer santralların ilginç fotoğraflarıyla süsleyerek bitirmişti. Anlattıklarını, ilginç ve çarpıcı yönleriyle özetlemeye çalışalım.
- Canlı yaşamın dört temel unsuru;
“Su, hava, toprak ve ateş”tir. Asırlar öncesine ait olan bu sınıflamada “ateş” unsuru, günümüz değerleri açısından “enerji” ile değiştirilmelidir. (Rumeli Hoca, bütün bunları dinsel ögelerle de desteklemiş. Örnek: ...Ve her canlı şeyi sudan yarattık. Enbiya: 21/30)
- Neden Elektrik Enerjisi?:
Çevre dostudur. Değişik enerji kaynaklarından (nükleer, termik, hidrolik vs) elde edilebilir. Üretimi kolaydır. Uzak mesafelere yüksek verimle iletilebilir ve dağıtılabilir. İstenen kalitede ve kesintisiz olarak temin edilebilir. Değişik enerji türlerine (ısı, hareket, ışık vs) dönüştürülebilir... Bu sebeplerle elektrik enerjisi; beyaz enerji, süper enerji, kral enerji, altın enerji olarak da isimlendirilir.
Ancak elektrik enerjisi kesilince hayat durur. Bu ve benzeri sebeplerle, insanların, elektrik icat edilmeden önce çok daha mutlu oldukları söylenir.
- Neden hidroelektrik tesis (HES) ve hidrolik enerji?:
Yenilenebilir enerji kaynağı sudan elde edilir. Enerji üretilen suyun kalitesi korunur ve başka ihtiyaçlarda kullanılabilir. Yapılacak bentler-barajlarla akarsuları kontrol altında tutar, erozyon önlenir. Yerli ve doğaldır. İşletme giderleri düşüktür. Çevre dostudur, iklimi olumlu etkiler. Kırsal kesimlerin ekonomik ve sosyal yaşamına (sulama, ulaşım, balıkçılık, turizm, spor) katkı sağlar...
Ancak bir kısım verimli toprakların, tarihi-kültürel mirasın sular altında kaybolmasına, bazı yerleşim bölgelerinin ortadan kalkmasına, insanların maddi-manevi zarara uğramasına da sebep olabilirler.
Kısmetse, haftaya devam edeceğiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.