‘Mevlid’e saygı gerek
Kâinatın Efendisi, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (asm) doğum yıldönümü sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada kutlandı ve kutlanmaya devam ediyor.
Tabiî ki miladî ve hicrî takvimler sebebiyle bu kutlama programları birbirinden farklı tarihlerde olabiliyor, ama neticede her yerde; din, İslâm, Kur’ân ve benzeri konular doğrudan ya da dolaylı olarak gündeme gelmiş oluyor. Bu bakımdan, düzenlenen ‘mevlid’ programları ve toplantılar, Peygamberimizin (asm) getirdiği mesajın geniş kitlelere ulaşmasına da vesile oluyor.
Ancak, takdire şayan bu toplantılarda bazen öyle temel yanlışlar yapılıyor ki, itiraz etmemek mümkün değil. Çünkü böyle temel yanlışlara itiraz edilmediği sürece, ‘normal’ kabul edilir ve gelecek yıllarda bu yanlışlar ‘yanlış’ olarak da görülmez. Tabiî ki bu yanlışlara en evvel, ilahiyatçılar itiraz etmeli, ama onların çeşitli sebeplerle itiraz etmediği noktalarda da sivil toplum kuruluşları ya da imkânı olan herkes ‘kavl-i leyyin / tatlı dil’ ile ikâz ve itiraz etmeli.
Meselâ, 20 Nisan 2011 tarihinde İstanbul’da düzenlenen bir programda itiraz edilmesi gereken haller olmuş. Nitekim, programın sonunda bu itirazı uygun lisan ile dile getirenler de olmuş. Fakat bu, medyada pek yer alamadı. Bu sebeple Yeni Asya, “Bu ne biçim mevlid?” diye konuyu gündeme taşıdı ve itirazları seslendirdi. (22 Nisan 2011)
Günler önce İstanbul’un pek çok yerinde “‘Mevlid Kantat’ın dünya prömiyeri yapılacak” anlamında afişler gördük. Ayıp değil ya, başlangıçta ne anlama geldiğini anlayamadık. “Mevlid” tamam da “kantat” neydi? Neyse, ‘sanal âlem’ imdadımıza yetişti ve “Kantat”ın ne demek olduğunu öğrendik. ‘Kantat’ şöyle tarif ediliyor: “Kahramanlık ve din konularında yazılıp bestelenen şiir veya bu şiirin orkestra eşliğindeki tek veya çok sesli bestesi.” Eh, “Mevlit kantat” da bildiğimiz, merhum Süleyman Çelebi’nin yazdığı ‘mevlid’in kalabalık bir orkestra eşliğinde söylenmesiymiş. Nitekim, Devlet Opera ve Balesi sanatçılarından oluşan 320 kişilik koro ve 110 kişilik orkestra, İstanbul Kongre Merkezi’nde bildiğimiz ‘mevlid’i, ‘kantat’ formatında sahnelemiş ya da okumuş. Cumhurbaşkanlığının himayesinde gerçekleşen faaliyeti beğenen de, eleştiren de oldu. Böyle bir faaliyet ‘teknik’ anlamda iyi ve güzel olmuş olabilir. Yani, ilk defa böyle bir çalışma ortaya konuluyor ve belki de ‘yabancı’ ülkelerde daha fazla ilgi görebilir. Fakat, bazı TV’lerden de canlı olarak yayınlanan bu “mevlid kantat”ı, herkesin bildiği ‘mevlid’in ruhuna uygun bulmayanlar daha fazla. Dikkat edilsin, itiraz edenler işin ehli ve uzman olan kişiler. Meselâ, İstanbul Hafızlar ve Mevlidhanlar Cemiyeti Başkanı, “Bu, mevlid formatında bir mevlid değil, yepyeni bir beste, Mevlidle uzaktan yakından alâkası olan bir form değil” demiş. (Yeni Asya, 22 Nisan 2011)
Bir nokta daha var. “Mevlid kantat”ı sahneleyenlerin, icra edenlerin kılık kıyafetleri de, “mevlid”in ruhuna uymayan bir durum. Mevlid, netice itibarıyla Allah’ın (cc) adının anıldığı, Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (asm) selâm ve salât gönderilen ve onun peygamber oluşunu anlatan ‘şiir’lerden meydana gelmiş. O şiirleri seslendirenlerin de ona göre giyinmesi gerekmez mi? Düşünün, ‘dil’ başka bir şey söylüyor, kıyafetler tam tersini! O zaman “Böyle mevlid olur mu?” sorusu sorulmaz mı?
Benzer yanlışlar başka yer ve zamanlarda da yapılıyor. Bir anma toplantısında Peygamberimiz (asm) hakkında konuşuluyorsa, başkalarını hatırlatan ‘zorlamalar’a gerek var mı? Hele hele, birbirine zıt hayat tarzlarını savunanları bir araya getirmeye gayret eden gayretkeşliklere itiraz etmek lâzım.
Lütfen, ‘mevlid’in ruhuna uymayan hal ve hareketlerle ‘mevlid’ icra etmeye kalkmayalım. Aksi halde, “Mevlidi dünyaya tanıtıyoruz” diye yanlışlara imza atmış oluruz...
“Mevlid”in yazarı Süleyman Çelebi gibi seslenerek şimdilik bu bahsi kapatalım: “Allâh adın zikredelim evvelâ / Vacib oldu cümle işte her kula. (...) Ey azizler işte başlaruz söze / Bir vasiyyet kılaruz illâ size.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.