Hayattan ne istiyorsunuz?
Uzun zamandır programları kovalıyorum. Bu yüzden canlı yorumlara ara vermek zorunda kaldım. Bugün hasret gideriyoruz...
Söylemiştim hatırlıyor musunuz? Geçenlerde Ankara’dan İstanbul’a dönerken akşamüzeri uçağım gökkuşağının içinden geçti. Altım deniz, üstüm parçalı bulutlu gökyüzü, ufkumda günün son gülümsemesiyle hayatı selamlayan güneş...
Ve her tarafım gökkuşağı...
Elimde, Ak Şemseddin’in şiirlerinden oluşan Osmanlıca bir kitap...
Dudaklarımda kitaptan bir beyit:
“Bu aşkı ben bilmez idim,
Bir acaib sevdâ imiş...
Bir zerresi ay-u güneş,
Bir damlası derya imiş.”
Mükafatlandırıldığımı düşündüm...
Ve cama yapışıp gökkuşağı kayboluna kadar izledim...
Sonsuz mutlu oldum...
Bir kez daha anladım ki, hayat mutlu anları yakalayıp yaşamaktan ve yaşarken fikretmekten, şükretmekten, zikretmekten ibarettir (Böyle ifadeler sadece tasavvufla yürek bağı olanlar tarafından doğru anlaşılır, salt mecaza bakanlara ters gelebilir; onlar da tutar yazılarımın altına “yorum”lar yazıp beni protestoya kalkarlar ama bilsinler ki umurumda değil).
“İlm kesbiyle rütbe-i rif’at,
Arzu-yı muhal imiş ancak...
Aşk imiş her ne var ise âlemde,
İlm bir kıl ü kal imiş ancak...”
diyen Fuzuli’ye hak verdim bir kez daha:
Hâlâ o anın etkisindeyim, o zamanı yaşıyorum.
Bu sabah hava puslu İstanbul’da, soğuk da...
Ama hava ne kadar puslu olursa olsun, baharın kokusunu alabiliyorum...
Kendisi gelmese bile baharın kokusu gelir; tabii sadece hayatı koklamayı bilenler bu kokuyu hissedebilir.
Nisanın mayısa aktığı, yani baharın yaza dönüştüğü günler, bence yılın en güzel günleridir. Ama çoğumuz farkına varmayız. Her yıl, baharın yaza akışı gerçekleşecek ve biz onu seyredeceğiz gibimize gelir.
Sonra bir gün, tam da nisanın mayısa, baharın yaza aktığı gün kendinizi amansız bir hastalığın pençesinde, ölümle hayat arasındaki çizginin üzerinde bulursunuz. Kendi derdinize öyle bir düşme düşersiniz ki, bahar da, yaz da kaçar...
Fark edemezsiniz bile...
Yaşamak bir fark ediştir dostlarım; en azından bir dahaki sefere baharı görme umudunuz olur. Ama eğer zamanınızı amansız bir hastalığa teslim etmek zorunda kalırsanız, tüm umutlar yiter! Baharın yaza akışını koklamadan yaşadığınız yıllara hayıflanmaktan başka bir şey kalmaz geriye...
Bu an “keşke”lerin başladığı andır.
“Keşke hayatın güzelliklerini ıskalamadan yaşamaya öğrenmiş olsaydım” dersiniz.
•
Hayatı “çile”ye ve “derd”e dönüştüren tuhaf bir anlayışa sahibiz...
İşte bu yüzden, ellili yaşın basamaklarında durup geçmişe baktığımızda, yaşanmamış günlerin mezarı çıkar karşımıza...
Bilmeyiz ki, aslında o mezar kendi mezarımızdır!..
En büyük ikram-ı İlâhî olan hayatı yaşamaya fırsat bulamadan ölmüşüz!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.