Ecevit’in yaptığından ne farkı var?
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı (TBMM’nin açılışının 91. Yıldönümü) nedeniyle özel gündemle toplanan Meclis Genel Kurulu’nda türban gerilimi yaşandı. Sayıştay Üyesi olduğu öğrenilen başörtülü kadın (Necla Eroğlu) ile eşi TBMM Genel Kurulu’nda resmi erkâna ayrılan locaya gelerek oturdu. Çift, Başbakan Erdoğan’ın konuşması sırasında görevlilerin uyarısıyla locadan çıkartıldı.
Eroğlu çifti Meclis’ten ayrılırken “Davetiyemiz var ama yanlış yere oturduğumuz için uyarıldık. Bunun üzerine çıktık. İzleyici locasından da izlemeyeceğiz” dedi.
Konu ile ilgili açıklama yapan Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin ise Sayıştay Üyesi Necla Eroğlu’nun Yüksek Yargı Başkan ve Üyelerine ayrılan locadan çıkarılmasının yanlış anlaşılmadan kaynaklandığını belirtti. Şahin, “Zannediyorum Sayın Hanımefendinin Sayıştay üyesi olduğunu söylememesinden kaynaklanan bir sorun yaşandı. Konunun başörtüsü ile ilgisi yok. Arkadaşlar, yanlış yere oturduğunu düşünerek, ‘kimsiniz?’ diye sormuşlar. Bu sırada gazeteciler öyle çok fotoğraf çekmişler ki tedirgin olup çıkmışlar.” dedi. Başörtüsü ile ilgili düzenlemenin sadece Genel Kurul için olduğunu söyleyen Şahin “Misafir bölümünde herhangi bir kıyafet denetimi yapmıyoruz. Bundan sonra bir daha olmaz” diye konuştu.
Evet, birkaç gün önce hemen her gazetede, kendine başköşede yer bulan haber özetle böyle idi.
Gerçekten Eroğlu yanlış locada mıydı?.. Edindiğim bilgiye göre Meclis Genel Kurulu’nda, Cumhurbaşkanı’na ait locanın sağ tarafı Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay Başkanlarına yani ‘Yüksek Yargı Başkanlarına tahsislidir. Sayıştay üyeleri de “yüksek yargıç” sıfatı taşımaktadır. Ancak Sayıştay üyelerinin (başkan hariç), Genel Kurul salonunda bir başka locada (misafir izleyici locasında değil!) oturmaları gerekiyor.
Bu yönüyle bakıldığında gerçekten bir yanlış yönlendirmenin söz konusu olabileceği ihtimal dahilinde. Ayrıca sanırım davetiyeleri de Sayıştay üyesi olarak düzenlenmemiş. Bu durumda nasıl olup da baştan oraya oturtuldukları faili meçhul kalıyor. Hem davetiye, eşinin adı yoksa Necla Hanım adına düzenlenmiş olmalı. Peki, bu durumda davetiye neden Sayıştay üyesi olarak değil de vatandaş olarak düzenlendi?
Necla Eroğlu ve eşinin dışarı çıkartıldığı locada, Anayasa Mahkemesi ve Sayıştay Başkanlarının yanında, (aslında oturmaması gereken) bazı Anayasa Mahkemesi üyelerinin ve hatta yüksek yargıç olmayan Başbakanlık Eski Basın Müşavirinin oturmaları ve hiçbir uyarıyla karşılaşmamaları da ilginç değil mi?
Neresinden bakarsanız bakın olayın “örtüsünün açılması istenmeyen bir durum” olduğu aşikâr. TBMM Başkanının “tedirgin oldular....” saptaması doğru olabilir ama “Misafir bölümünde herhangi bir kıyafet denetimi yapmıyoruz. Bundan sonra bir daha olmaz” sözüne ne diyelim?
TBMM Başkanı bununla, Genel Kurulda kıyafet denetimi yapıldığını, Necla Hanım ve onun gibi başörtülüler orada oturursa gerekenin yapılacağını, yani salondan çıkarılacağını itiraf etmiş olmuyor mu? Peki, bu durumda “Bir daha olmaz” sözünü nereye koyacağız?.. Ben şimdi “Önceden uyarılacaklar ve bir daha bu kıyafetle Genel Kurul’a girip başımıza dert açmayın mı diyecekler” diye sorsam nasıl bir cevap alabilirim ki?
Birkaç gün önce, değerli yazar arkadaşımız Merve Kavakçı İslam böyle bir iç tüzük maddesi olmadığını yazdı köşesinde. CHP, MHP, DYP tarafından getirilen tüm teklifler reddedilmiş komisyonlarda hep. Bilindiği gibi benzer bir olayı bizzat yaşamıştı Sayın Kavakçı; başörtüsünü çıkarmayı “ömür boyu bir günahın sızısıyla yaşamak” diye tanımlamış, o durumda kalanların yürek acısını duyarak.
...Aynı türden başka bir olay ve benzeri açıklama 19 Mayıs Stadyumu’ndaki kutlamalarda da olmuş. Güne Bakış Gazetesinin imtiyaz sahibi Mevlüt Çırakoğlu ve başörtülü eşi, protokolden kaldırılarak başka bir yere oturtulmak istenmiş. Eşler, gösterilen yere oturmayı kabul etmemiş ve stadyumu terk etmişler. Vali Celalettin Güvenç de TBMM idari yetkililerine benzer şekilde “Mevlüt bey ve eşinin protokol tribününde oturmak istedikleri yer dolu olduğu için görevli arkadaşlar yan tarafta yer göstermiş. Kendileri bunu kabul etmemişler” demiş. Üstelik bir de yiğitlenmede bulunmuş ve “Biz böyle bir şeye izin vermeyiz. Konuyu ayrıca inceletiyorum. Gerekirse ilgililer hakkında soruşturma açtıracağım.” demiş.
Hep aynı idare-i maslahat durumları... TBMM’deki olay için yapılan açıklamalar da Vali’ninki de ayni... Şimdi sormak istiyorum: “Ey Sayın vali, haberde, protokolden kaldırılarak başka bir yere oturmaları istendi. Çırakoğlu, gösterilen yere oturmayı kabul etmedi ve eşiyle birlikte stadyumdan ayrıldı” denilirken insanların zaten oturmakta oldukları baştan kabul edilmiş olmuyor mu, yani yer yokluğu söz konusu değil ki zaten.
Eğri otursak da doğru konuşalım ve bu işin adını koyalım: Olaylar “yanlış yerde oturma sorunu” filan değildir. Yaşananlar; tek kelime ile bir “sistem sorunu”dur, 2011 Türkiye’sinde, başörtülü kadınların, yüksek yargıç niteliğinde memur olsalar dahi devlet protokolünde, kamu görevinde yer alamayacakları sorunudur.
Samimi olalım; kendimizi kandırmayalım, başkasını da kandırmaya kalkmayalım. Zira hiç kimse sanıldığı gibi aptal değil. Dürüst olalım; ne yapıp yapamayacağımıza karar verelim, yapamadıklarımızı niçin yapamadığımızı açık yüreklilikle anlatalım. Bir şey yokmuş gibi davranmaya, “mış” gibi yapmaya gerek yok. Bize yakışmaz. Hatırlatırım, bunun adı İslami terminolojide riyakârlıktır.
Şu an, başörtüsü sebebiyle ya da bir başka sebeple kendi devletinden uzak tutulan insanların içinden geçen cümleyi duyuyorum sanki; sistem mistem, yeter artık; beni vatanımdan soğutan her neyse, canı cehenneme!
Yani şimdi ne yapsın bu insanlar??? Bağımsız adayları YSK tarafından yasaklı sayılan BDP’nin yaptığı gibi sokağa mı dökülsünler? Ortalığı toza dumana katıp, insanları terörize mi etsinler? BDP’ye ancak zoru görünce hakları iade edildi, başörtülüler de öyle mi yapsın???
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.