Ölüm Hepimizin Kaşının Altında
Ruh veda edip gözler kapanınca asıl büyük kıyamet kopuyor. Esas olan, insanoğlu olarak hepimizin ölüme her an hazır olup olabilmesi değil midir?
“Peki, ölüme ne kadar hazırız?” Bu sorunun cevabı çok zor. Verilecek her cevap da zorlama olacaktır. Eğer insan, dünyanın derinliklerine acımasızca dalmışsa cevap veremiyor. önemli olan, insanca yaşayıp insanca ölebilmektir. Dünyayı ve insanları, insan gibi anlamak ve insan gibi sevebilmektir.
Bütün mesele burada yatıyor. Bir rivayete göre bizden önce 160 milyar, bir başka rivayete göre 200 milyar insan yaşayıp göçmüş ve hiçbirisi, bu dünyada kıymet verdiği şeylerin gramını bile götürememiş.
Biz ve bizden sonrakiler de götürmeyecek. O zaman insanoğlunun bu dünyada bırakacağı tek sermaye arkasında bırakacağı iki kelime oluyor. “İyi insandı” dedirtebilmek.
İyi insanların hasletleri, amelleri, insan ilişkileri de iyidir.
İşte hafta sonu ben bu iyi insanlardan birini öteki aleme uğurladım. çiçeği burnunda derler ya tam da öyleydi. çiçeği burnundaydı. Yüreği gibi yüzü, kalbi gibi dili vardı. Mevlana’nın sözüne uyum sağlamıştı. “Olduğu gibi görünür, göründüğü gibi olurdu.” Bunu başaran, tanıdığım biriydi.
Devasız dertlere tutuşmuştu. Aslında modern tıp her derde deva bulduğunu söylese de devasız dertler, galiba devası bulunan dertlerden daha çoktu. Mesela gönül kırgınlığına tıbbın bir ilacı yoktur. Mutsuzluğa tıbbın bir cevabı yoktur.
Sadece bu kadar değil tıbbın çaresizliği, bilinmeyen sebeplerden veya genetik birtakım hastalıklara da tıp çare olamıyor. Henüz 27 yaşında dünyaya veda eden yakınımız kızımız Hanifemizin de derdine deva bulunmamıştı.
Kanser denilmişti sadece. Tıbba haksızlık etmemek lazım, ne buyurmuşsa her türlü tedavi uygulandı ama sonuç vermedi. Tıp bilimi insan vücudunu ne kadar tanıyor ve yine insanın ele avuca gelmeyen gözle görülmeyen duygularını ne kadar biliyor, doğrusu şüphelerim bu vesileyle daha arttı.
Hangi hastalık olursa olsun, hangi hasta olursa olsun, her hastanın ilaçla ve tıbbın diğer buyurduğu yöntemlerle tedaviden çok, “insan insana” yani birebir tedaviye daha çok ihtiyacı var. İnsan insana tedavi, bütün ilaçlardan daha tesirlidir.
Tıp bu konuda ne der bilmem fakat insan iletişimiyle uğraşan herkes bu tedavi yöntemini benimseyecektir. Her hasta, başında yakınlarını görmek ister, güzel ve umut verici sözleri duymak ister. Sadece kendisiyle ilgilenilmesini ister ve sahiplenildiğini görmek ister. Dertsiz devalarda da bu uygulama geçerli tek reçetedir.
Eğer vade yetmişse, bu yol da bir yerde tükeniyor. Hanifemiz bu ilgiden yoksun kalmadı, oldukça çok ilgi gördü fakat Rabbim, bu dünyadaki nefes alıp verme rızkını tamamlamayarak Cennetine çağırdı.
Hanife çok acılar çekti hastalığı süresince. Ziyaret ettiğimde bir kere bile olsa hastalığından ve ağrılarından şikâyet ettiğini görmedim. Hep şükretti. Hatta öyle şükretti ki, sağlıklı insanları bile utandırdı. Şükürde bir zirveydi rahmetli.
Allah’tan geldiğini ve Allah’a döneceğini hep söylüyordu. “Yaratılanı hoş görmeli Yaratandan ötürü” ilkesi tam ona göreydi. Ona göre suçlu kimse yoktu, hata ve yanlış yapanlar, bilmeyerek ve istemeyerek yapmış olurlardı, bilerek insanların yanlış ve hata yapacaklarını kabullenmezdi ve dertlerine çare olmak için yapamayacağı fedakarlık yoktu.
Cenazesine katıldığımızda gördük ki, “İyi insandı” diyenler ne camiye sığmıştı ne de mezarlığa. Gözyaşı dökenler, onun iyiliklerine ağlıyordu, ah edenler, onun iyi niyetliliğine ve hoşgörüsüne ah ediyorlardı. “Onun iyiliklerini kim sürdürecek” diye soruyorlardı.
Cenazesini taşıyan belediye aracının bir yanında Kur’an-ı Kerim’den şu ayet yazıyordu: “Sizi ondan yarattık. Topraktan yarattık. Oraya döndüreceğiz. Sizi tekrar oradan çıkaracağız.” Taha Suresi 55. ayet.
Allah rahmet eylesin Hanife bu ayete iman ederek aramızdan ayrıldı. Yazıyı okuyanların geçmişleri başta olmak üzere Hanifemizin ruhu için El Fatiha…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.