İçinden kanal geçen şehir
“Çılgın Proje”yi bekledim...
Ümitle, heyecanla bekledim...
Türkiye’nin ufkunu açacak, meclisin 24. döneminde toplumsal değişmeyi tetikleyecek bir proje bekledim...
Zihniyet değişiminin manivelası olmaya aday, “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!...” dedirtecek bir proje bekledim...
Torunlarımıza 20. yüzyılda yaşanan acıları bir daha yaşatmayacak bir proje bekledim...
Basında yazılan tahminî projeleri ciddiye almadım.
Sanırım beklenti eşiğimi biraz fazla yüksek tutmuşum ki 27 Nisan günü proje açıklandığında pek heyecanlanmadım. Nihayette açıklanan konu, bir mühendislik ve inşaat işiydi. Bunun toplumsal etkisi ne olurdu? Açılacak olan kanal, yerel bir ekonomik faaliyet olarak mı kalırdı; yoksa Hakkâri’ye kadar etkisi olan bir proje mi olurdu? Bunları düşündüm ve beklenti eşiğimin altında buldum. (Bunun sebebi, belki iktidarın çok daha büyük işler yapabileceğine dair olan inancım mıydı yoksa?..)
Özgürleşememiş birey... Anayasacılık zihniyetine hapsolmuş devlet anlayışı... Bir türlü belini doğrultamamış eğitim zihniyeti ve buna bağlı olarak kendini tekrar etmekten kurtulamamış üniversiteler... Tabana yansımamış millî gelir artışı... Tüm bunlar dururken, İstanbul’a bir kanal açmak fikri, ilk anda kanımı kaynatmadı. Hele 40 yıldır yaşanan ilkel “Boğaz köprüleri tartışmaları”ndan sonra, benzer bir tartışmaya bünyem müsait değildi anlaşılan...
Fakat 1970’leri hatırladım...
O yıllarda, taa Turgutlu’nun Osmancık köyünden armut kasalarını kamyonlara yükler İstanbul’a gönderir; babalarımızın para kazanacağı ümidiyle büyük sevinçler yaşardık. Zaman zaman da hüsrana uğrardık... Çünkü gönderilen armut yüklü kamyonlar, Harem iskelesinde birkaç gün bekler; karşıya, yani hale ulaştırılamazmış. Armut dediğin nedir ki?.. Birkaç gün bekledi mi, bozulur... Bizim armutlar da Harem’de bekler ve bir kısmı bozulurmuş... Halcilerin yalancısıyım... Bozulan armutlar dökülürmüş. Farz-ı muhal, 50 kasa armut gönderildiyse, bunun yarısı dökülür, geri kalanı hale ulaşır ve satılırmış. Tabii o zaman da babalarımız beklenen paranın yarısını alırlarmış... Biz çocuklar da buna çok üzülürdük.
Boğaz köprüsü açıldıktan sonra, armut yüklü kamyonlar, beklemeden karşıya geçmeye başlamış ve babalarımız da “Acaba armutlar çürüyüp dökülecek mi?” endişesinden kurtulmuşlar; “Ne kadar armut gönderdiysek o kadar para alacağız.” diye sevinmişler. Bu konu evlerde konuşulduğunda, bizler de sevinmiştik çocuk yaşımızda.
Boğaza ikinci köprü yapıldığında, ilki kadar sevinmemiştir bizim köyün çocukları...
Acaba o çocuklar kanal projesine sevinmişler midir?...
Veya kanal projesi bizim köyde ve Hakkâri’de yaşayanların hayatına tesir edecek kadar geniş tutulmuş mudur?
Şüphesiz, projeyi yaptıranlar bir takım sosyo-ekonomik hesaplar da yapmışlardır. Böyle bir proje, daha hayata geçmeden yüzlerce insana çalışma alanı açmasıyla önemlidir. Ve uygulamaya başlandığında da binlerce insanın çalışmasına vesile olacak; böylece işsizlik sorununun çözülmesine büyük bir katkıda bulunacaktır. Bunun ekonomik etkisi bile ülkeyi rahatlatmaya yetebilir.
Kanal etrafında kurulacak “Yeni İstanbul”un depreme karşı dayanıklılığı konusunda öngörülerin olduğunu duymak bizleri ferahlattı. Böylece, belki “Eski İstanbul” (Şuna bakar mısınız? Ortada fol yok, yumurta yok, kaşla göz arasında mevcut İstanbul “Eski İstanbul” oluverdi.), nevzuhur yapılaşmadan kurtulur da, tarihî dokunun korunarak öne çıkarıldığı bir insanlık âbidesi olarak yaşatılır.
Her neyse...
Benim merakım, kanal açılmasına, bizim köyün çocuklarının sevinip sevinmediği... Bir de kanal ile Boğaz arasında kalan kısma hâlâ “Avrupa” mı diyeceğiz; yoksa, “iki kıt’a arasındaki tek ada” mı?
Konuşuldukça bunlar açığa çıkacak... Bekleyelim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.