“Param eksik!..”
Kâzım Günbeyi, geçimini ikinci el eşya satarak sağlamaya çalışan bir gariban.
Üç çocuk babası Kâzım Bey, gece yarısına doğru, 11 civarında, market alışverişini görmek için dışarı çıkıyor.
Başı önde ilerlerken, bir “parıltı” çekiyor dikkatini...
Sokak lambasının parlattığı cisme yaklaşıyor; siyah bir çanta.
Bir anlık tereddütten sonra şöyle bir dokunuyor..
“Bombalı paket” havası yok…
Şöyle şişkin bir şey…
Merakla açıyor çantayı gariban…
Açıyor ve…
Bir de görsün…
Ağzına kadar avro!..
Binlik avrolar, çek koçanları, ziynet eşyaları…
Ne yapsın o saatte?..
Hemen eve dönüyor…
Bulduklarını sayıyor; 500 bin avroluk bir servet!
Eski para trilyon!..
Heyecanla çantanın diğer bölümlerine bakıyor ve bir telefon fihristi buluyor…
Oradaki telefonları o saatte teker teker arayıp, “Bir şey buldum… Önemli bir şey… Yakınlarınızdan biri önemli bir şeyini kaybetmişse bana bu numaradan ulaşabilirsiniz” diyor…
Bir gün, iki gün…
Derken…
Bir telefon: “Ben filanca… Telefonunuzu falancadan aldım… Benim siyah çantam kayboldu!..”
Kâzım Günbeyi adresi veriyor telefondaki zâta…
Beş on dakika sonra, yanında sivil polisler, kayıp çantanın sahibi olduğunu söyleyen adam geliyor...
Bundan sonrasını Kâzım Bey’den dinleyelim:
“Bir işadamı imiş… İlk önce çantayı göstermedim. İşadamına, çantanın ne renk, içinde neler olduğunu sordum. Bana çantanın içindeki eşyaların hepsini tek tek saydı. Ben de inandım. İşadamına adını sordum söylemedi. Eşyalarını sayarak teslim aldı. İşadamı bana, hasta olduğunu parkta bir süre dinlendikten sonra çantasını unuttuğunu söyledi."
Evet buraya kadar her şey normal ve her şey güzel…
Bundan sonrası ise insanı isyan ettirir cinsten.
Dinlemeye devam edelim: "Bir beklentim yok… Olsaydı geri vermezdim zaten… Durum böyle olduğu halde, tuttu adam, ‘iki bin liram eksik’ diye bağırdı!.. Ve beni suçladı!.. Ben paraların bir kuruşuna dahi dokunmadım. Ne benim ne de çocuklarımın boğazından bugüne kadar haram lokma geçti. Teşekkür beklerken bu ithamla karşılaştım. İşadamının bir teşekkür etmemesi, ikincisi beni 2 bin lirayı almakla suçlaması beni çok üzdü. Ben insanlık görevimi yaptım. Bugün çantayı bulsam yine aynı şeyi yaparım."
•
Bu ne pis bir hadisedir böyle…
Sen adamın 500 bin avrosunu teslim etmek için uğraş didin…
“İki bin lira mı yürütmüş!..” suçlamasına muhatap ol!..
Antalyalı Kâzım Günbey’in başına gelen, istisnai bir durum mudur?..
Sanmıyorum!..
Herkes böyle çantalar bulmuyor elbet…
Amma velâkin herkes yaptığı iyiliğin karşılığını maalesef “kötülük” olarak alıyor!..
Bu hep böyle…
Ben de karşılaşmışımdır bu türden namussuzluklarla, şüphesiz siz de…
Hazret-i Peygamber (s.a.v.) yaşamışsa, biz kim oluyoruz ki “iğrenç” tavırlardan muaf kalalım…
Bakın şu hadiseye:
Ukl kabilesinden sekiz kişi Medine’nin havasına dayanamayıp hasta oluyor…
Durumu arz ettikleri Hz. Peygamber (s.a.v.) diyor ki onlara:
“Çobanımız ve develerimizle Medine dışında yaylalara çıkıp orada develerin sütünden ve idrarlarından içer misiniz?”
“Evet, gideriz… Yeter ki şu hastalıktan bir an evvel kurtulalım!..”
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu cevap üzerine çobanına “Misafirlerimizle ilgilen, Allah (C.C.)’ın izniyle şifa bulsunlar!..” emrini veriyor.
Sekiz kişilik kafile günlerce kalıyor yaylalarda…
Develerin sütü ve idrarıyla hastalıktan kurtuluyor...
Kurtulur kurtulmaz da…
Gariban çobanı öldürüyor ve develerini çalıyor!..
•
Merhamet’in zirvesi Hazret-i Peygamber de (s.a.v.) bu “nankör”leri en güzel-en şedit biçimde cezalandırıyor!..
İnsanoğlu…
İyilikten anlasa, bir anlasa!..
Allah’a kulluk görevlerini en güzel şekilde yerine getiren insan, ahsen’i takvîm’de yaratılan insan…
En güzel şekilde yaratılan bir varlık olarak, insan..
Ve ihtiras ağırlığıyla “esfeli sâfilin”e düşen insan…
Alçakların en alçağı!..
Bizleri, “düşmekten” koru Allah’ım!..
“Madde bağımlılığı”nın, “hedonizm”in dibe çektiği insanlardan etme Allah’ım!..