“İnsan Politik Hayvandır”dan Nükleer Enerjiye!.. (3)
Japonya’daki büyük kaza henüz yaşanmışken nükleer enerjiden söz etmek ve bazı lehte sayılabilecek yorumlar yapmak ne derecede taraftar bulur bilmiyorum. Ama “bilim” dediğiniz de böyle bir şeydir zaten: Merak edersiniz, araştırırsınız, bir sonuç elde edersiniz. İşinize gelse de gelmese de onu değiştiremezsiniz.
Evet, 1957 yılında İskoçya’da, 1979’da ABD’de meydana gelen nükleer kazalar çok ciddi radyasyon sızıntısı yapmamış ve ölümlere sebebiyet vermemişti, dolayısıyla dünya toplumlarında da top yekûn bir nükleer enerji karşıtlığı oluşmamıştı ama daha sonra yaşananların (1986 Çernobil, bu yıl Fukuşima) bu konudaki görüşleri önemli ölçüde değiştirdiği bir gerçek.
Gerçi, Çernobil ve Fukuşima için hiç de olağan karşılanamayacak sebepler vardı ama sonuçları öylesine korkunç oldu ki sanki her gün yaşanacakmış gibi bir etki bıraktılar insanlar üzerinde.
Dünyanın birçok yerinde (Türkiye’de de) nükleer karşıtı gruplar kuruldu. Fukuşima’nın bu hareketleri daha da kuvvetlendirdiği açıktır. Ama bütün bunların yanında, nükleer enerjinin hiçbir şekilde çevre sorunlarına neden olmadığını savunanlar, hatta kömüre oranla daha az karbondioksit salınımı olduğu için çevreci olduğunu iddia edenler de vardır.
Nükleer enerji nedir?
Atomun çekirdeğinin parçalanmasıyla elde edilen nükleer enerji aslında yeni bir şey değildir. Tam 115 yıl önce, Fransız fizikçi Henri Becquerel tarafından keşfedilmiştir.
Nükleer enerji, karşıt guruplar olsa da geleceğin en önemli enerji kaynaklarından biri olarak kabul edilmektedir. Evet, bazı ülkelerde geniş petrol ve doğalgaz rezervleri vardır ama bunlar yine de sınırlı kaynaklardır ve yenilenemez türden enerjilerdir.
Bu enerji, aynı zamanda çağımızın en stratejik unsurlarından biridir. Zira ona sahip olan ülkeler bunu, bir politik üstünlük aracı olarak da kullanmaktadırlar. İşin ucunda atom bombası yapabilecek durumda olmak (ya da ona sahip olmak), “göstermese” bile “aba altında sopa saklamak!” gibi nazik durumlar da vardır çünkü!.. Yeterli enerji kaynağına sahip olmayan ülkeler ise haklı olarak enerji bağımlılığının siyasi bağımsızlıklarını tehdit ettiğini düşünmektedirler.
Bütün bu sebeplerle bugün, pek çok ülke nükleer enerjiye yönelmiş durumdadır. Dünyadaki 400’den fazla nükleer enerji santralinin mevcudiyeti bunun kanıtıdır. Bugün dünyamızın toplam elektrik enerjisi ihtiyacının % 15’i bu santrallerden sağlanmaktadır. Bazı ülkeler elektrik enerjisinin neredeyse tümünü bu yolla elde etmektedirler. Mesela, Fransa’da bu oran % 77’dir.
Nükleer enerji hangi ülkelerde üretilmektedir?
Şöyle bir bakıldığında, gelişmiş ülkelerin pek çoğunda nükleer reaktörlerin mevcut olduğu ve yaşanan bunca kazaya rağmen hâlâ yenilerinin inşa edilmekte olduğu görülmektedir. Mesela ABD’de 104, Fransa’da 59, Japonya’da 55, Rusya’da 31, Kore’de 20, İngiltere’de 19, İsveç’te 10 reaktör mevcuttur. Komşumuz sayılabilecek yakınlıktaki Ukrayna’da 15, gelişmekte olan ülkelerden Hindistan’da ise tam 17 reaktör faaliyetini sürdürmektedir. Bugün, bu enerjiyi üretebilen 35 ülkede, toplam 440 reaktör vardır ve 120 ünite de inşa halindedir.
Bizim için nükleer tehlike var mı?
Türkiye, bugün, nükleer enerjiden istifade etmemesine rağmen çok açık bir şekilde tehlikesine maruzdur. Zira ülkemiz adeta nükleer reaktörlerle kuşatılmış durumdadır: Hemen yanı başımızdaki Ermenistan’da 1, Romanya’da 1, Bulgaristan’da 4, birazcık daha uzaktaki Rusya’da 30, Ukrayna’da ise 13 ünite mevcuttur.
Tehlike sadece bunlarla da sınırlı değildir; bir yandan da yenileri inşa edilmektedir çünkü: (Çernobil’e rağmen) Ukrayna’da 4, Rusya’da 3, Romanya’da 1 ünite, İran’da (Amerika ve İsrail kıyametleri koparmasına rağmen) 2 ünite.
İsrail’e gelince... O bildiğiniz gibi “Batı’nın haspası”. Hani, Nasrettin Hoca bir keresinde, hanımlara verip veriştiriyordu da kendisine “Hocam senin hatun da aynı şeyi yapıyor” dendiğinde “Haspaya yakışıyor” demişti ya, işte o misal. İsrail’de reaktör ve atom bombası olduğu biliniyor ama kanıtı yok (bu sebeple, belki de ‘kuvvetle muhtemel’ desek daha doğru olur) ve sayısı da meçhul.
Dünyanın nükleer enerjiye yönelme sebeplerinden bir diğeri de onun başka enerji kaynaklarına göre daha ucuz olmasıdır. İlk yatırım maliyetleri de sanıldığı kadar yüksek değildir.
Sonuç itibarıyla şunu söyleyebiliriz ki, nükleer santral iki ucu keskin bıçaktır. Kanımca diğer enerji kaynaklarından sonra düşünülmelidir. Eğer bunlar yetersiz kalıyor ve nükleer enerji kullanılmak zorunluluğu doğuyorsa, o zaman “kılı kırk değil, atom çekirdeği büyüklüğüne kadar yararak” hesaplar yapılmalı, tesisler böylesine bir güvenlik anlayışıyla inşa edilmeli ve işletilmelidir. Önlemler, enine boyuna düşünülmeli ve her an hayata geçirilebilecek durumda olmalıdır.
Bir de işin nükleer atık tarafı vardır ki, bugün bile insanoğlunun başına beladır... Yine de son söz olarak, sanayicilerin çok kullandığı bir cümleyi hatırlatıyorum: “En pahalı enerji, “olmayan” (bulunamayan) enerjidir” Zira devran, acımasızca dönüyor ve hayat devam etmek zorunda.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.