Yetenekler ne olacak?
Dünya giderek vasata kilitleniyor. İnsanı, insanlığı zihinsel, ruhsal, kültürel anlamda bulunduğu noktadan ötelere taşıyacak olan yetenekler elde kalıyor. Yeteneğe talep yok, vasatizm herkesi kesiyor, herkesi tatmin ediyor, herkesin açlığını bastırıyor. Aramızda bir Tanpınar, bir Kafka, bir Mozart, bir Gaugen, bir Bergman yaşıyor olsa, muhtemel ki onu hiç fark edemeyeceğiz. çünkü o yeteneğini herkesin görebileceği biçimde asla sergileyemeyecek. Yazdıklarıyla ruhumuzu derinleştiremeyecek, notalarıyla ruhumuza işleyemeyecek, renkleriyle hayatımıza estetik katamayacak, açtığı hayat parantezleriyle insanlığımıza ayna tutamayacak. Belki kendisi bile aslında ne olduğunu bilemeyecek. öyle bir düzen kuruldu ki, herkesin görebildiği yerde duranlardan hiçbiri topluma bir artı değer katma potansiyeline sahip değil. Sadece midelerimiz değil, ruhlarımız da tıkınma çağını yaşıyor. Görünce iyi bir romanı, muhteşem bir şiiri, olağanüstü bir besteyi, harika bir tabloyu, çarpıcı bir filmi hemen tanıyan insanların sayısı da azalıyor giderek. Nesli tükeniyor demek gerek belki de.
Ne olacak peki?
Vasatizm, vasata razı olmayanları bile esir alacak kadar kaplayacak her yeri. Yetenek sahiplerinin kendi zenginlikleri içinde yaşama imkanı kalmadı büyük ölçüde. Herkesin kapıldığı akıntıya kapılarak yaşamak zorundalar onlar da. Şimdi değilse, az sonra... Yalıtılmış, sosyal alanın dışında, toplumun yaşadıklarından uzak bir hayatı kastetmiyorum, hayır! Aksine, her şeyi görebilecek, çılgın koşudan başını alamayanların serencamını da fark edecek bir hayatı kastediyorum. Durup dinleyebilecek, bakabilecek, görebilecek, üstünde uzunca düşünebilecek dingin bir hayatı...
Herkesin büyük zorluklar ve sıkıntılar içinde yaşadığı bir zamanda biraz lüks kaçmıyor mu bu endişeler? Hayır kaçmıyor! Yetenekli insanlarını kaybeden toplumlar ilkel bir döngüselliğe mahkum olmaktan asla kurtulamazlar. Kolaycı zihinlerin anlamadığı şey işte bu! Gelişmenin, ilerlemenin, medeni mesafeler almanın paket olarak bir yerlerden alınabileceğini sanıyorlar. Ama görüyorsunuz, hayatın bütün renkleri yavaş yavaş kaybolup gidiyor. Renk körlüğü yaygınlaşıyor. İnsanlığımız inceliklerini kaybediyor. Okuduğumuz gazetelere, izlediğimiz televizyon programlarına, en çok satan kitaplara, en meşhur insanlara, en önemsediğimiz gündem başlıklarına bir bakın. Bana sorarsanız dibi bulmamıza az kaldı.
"Yok öyle değil, bu çok subjektif bir değerlendirme, hem popüler olabilen, hem derinlikli olabilen pek çok şey, pek çok insan var hayatımızda" diyenler de çıkacaktır elbet. Ben onlardan değilim, onlardan biri olma ihtimalim de yok. çünkü Tanpınar'ı, Kafka'yı, Mozart'ı, Gaugen'i, Bergman'ı biliyorum. Dahası Dede Efendi'yi, Mevlana'yı, Sinan'ı, onların hayatımıza kattıklarını hala hissedebiliyorum bu topraklarda. Ama daha çok bir hatıra, eskiden kalma bir iz, hafızamdaki bir yankı olarak. Ve elbet ruhumda bastıramadığım bir uzaklaşma endişesiyle...
Eskiden bir yerlerde yetenek sahibi genç bir insanla karşılaşsam, içim serinlerdi. Şimdi kederle doluyorum. Ruhu dünya kadar genişleyebilecek bütün bu insanların vasatizme memur yazılma zorunluluğu kahrediyor beni.
Peki kolayca kendini de tüketecek bu tüketim çağı bittiğinde, o korkunç çölden kim tutup çıkaracak bizi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.