Faruk Çakır

Faruk Çakır

Kim kime yük olacak?

Kim kime yük olacak?

TÜRKİYE'NİN Avrupa Birliği üyeliği noktasındaki çalışmaları her zaman tartışma konusu olmuştur. Bu yolculuk, yarım asır önce başlayan, zaman zaman hızlanan ve zaman zaman da kesintiye uğrayan bir yolculuktur. Yeri gelmiş Avrupa, yeri gelmiş Türkiye işi yokuşa sürmüş, çalışmalar aksamış ve sonrasında yeniden hız kazanmaya başlamış.
Şu bir gerçek ki, Türkiye’den çok sonra AB’ye üyelik müracaatı yapan onlarca ülke, birliğe üye olabildiği halde Türkiye hâlâ bu yolu yarılayabilmiş değildir. “Kabahat kimdedir?” sorusunu cevaplayabilmek de çok kolay değil. Fakat, son tahlilde bu gecikmeden Türkiye’nin maddî ve manevî anlamda zararlı çıktığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Geriye doğru baktığımızda, geçmiş yıllarda “AB’ye hayır” diyenlerin bugün “AB’ye evet” dediklerini görüyoruz. Bu sözlerinde ne ölçüde samimî oldukları ayrı bir konu, ama doğru olan bugünkü tavırdır. Keşke, geçmiş yıllarda da “AB’ye hayır!” demeseler ve Türkiye on yıllarını bu uğurda boşa harcamış olmasaydı...
“AB’ye hayır” diyenlerin en birinci endişesi, milletin manevî değerlerinin kaybolacağı yönündeki endişeydi. Oysa günümüz şartlarında biz AB’ye girmemiş olsak da, AB’nin temsil ettiği düşünce, hayat anlayışı ve fikirleri çoktan Türkiye’ye, mahallemize ve evimize girmişti. Küreselleşmenin bir neticesi olarak internet gibi vasıtalarla Avrupa’nın bütün sefahati ve kötülükleri gün geçmeden ‘sınır’larımızdan içeri girmiyor mu? O halde Türkiye AB’ye üye olmak noktasında direndikçe muhtemel ‘iyilik’lere uzak kalmış olmuyor muyuz?
Ülkemizin AB’ye üyeliği konusu, sadece içeride değil, dışarıda da tartışma konusu. Kimi ‘yabancı’lar Türkiye’yi AB’ye üyelik noktasında yeterli görmezken, bazıları da Türkiye’nin üyeliğinin AB’ye değer katacağı kanaatinde. Onlar da kendi aralarında hararetli bir şekilde bu tartışmayı sürdürüyor. Nitekim AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, Türkiye’nin AB’ye yük olmayacağını, aksine artı değer katacağını söylemiş. Barroso, AB Komisyonu’nun Türkiye’nin üyeliğine tam destek verdiğini fakat katılım müzakerelerinde “bazı üye ülkelerden kaynaklanan zorluklar yaşandığını” da hatırlatmış. (AA, 18 Mayıs 2011)
“Bazı AB ülkelerinin bu aşamada Türkiye’yi üye olarak kabul etmeye hazır olmadığını” dile getiren Barroso, “Türkiye’yi AB’ye daha da yakınlaştırmak için hep beraber çalışalım ve müzakere sürecinin sonunda Türkiye’de şartlar uygun mu, Türkiye bize katılmak istiyor mu ve AB üyeleri Türkiye’nin üyeliğine taraftar mı göreceğiz. Kesinlikle inancım odur ki Türk ekonomisi AB’ye artı değer katacak. Türkiye AB’ye yük olmayacak, tam tersine genç nüfusuyla ve mevcut dinamizmiyle çok önemli artı değer getirecek” şeklinde konuşmuş.
Tabiî ki Barroso gibi Türkiye’nin AB üyesi olmasını isteyen Avrupalı yöneticilerin olduğu gibi tam aksini düşünen ve Türkiye’nin üye olmamasına çalışan yöneticiler de var. Bu mücadele geçmişte de yaşandı, muhtemelen önümüzdeki yıllarda da yaşanacak. Ancak Türkiye’yi “idare edenler”e düşen, bu meseleyi “kavga” ile değil, “müzakere” ile ilerletmeye çalışmak olmalı. Zaman zaman öyle lâflar ediliyor ki, Türkiye’nin Avrupa’daki “dostları” bile Türkiye’yi savunmakta zorlanıyorlar.
Türkiye’nin AB üyeliği geciktikçe ağır faturalar ödemeye devam ediyoruz. Maddî menfaatler bir yana, Türkiye’nin AB’ye üye olmasında ‘hukukî ve insânî’ menfaatlerimiz var. İnşâallah, pişman olacağımız yanlış adımlar atmayız...
21.05.2011

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Çakır Arşivi