Demirden korkan trene binmez
Hiç bilmediğim bir ormanda yürümekten korkmam ama karşıma aniden çıkacak küçücük bir kertenkeleden korkarım.
En engin denizlerde yüzlerce metre açılıp yüzmekten korkmam ancak başımı suya soktuğumda karşıma çıkacak sardalya irisi bir balıktan paniğe kapılırım.
Çocuklarımın dünyanın öte ucuna seyahat etmesinden korkmam ama eve yarım saat geç kalmaları halinde hastalıklı bir ruh haline dönüşür, başlarına gelebilecek en kötü olayları düşünmeye başlarım.
Ölümden fazla korkmam ama mezarlıktan tırsarım.
Koca bir evde karanlıkta tek başına kalmaktan acayip rahatsız olurum ama Allah’ın unuttuğu bir adada yapılmış kulübe irisi bir evde avuç dolusu para harcayıp kalabilirim.
İnsanoğlu tuhaftır.
Hem korkar, hem korkularının üzerine gider.
Bir de endişelerimiz vardır.
Sizin yaptığınız bir eylemin, sizin verdiğiniz bir kararın sonuçlarını başkasının çekmesinden duyduğunuz endişeler.
Bir yazı yazdım ve böyle hissettim açıkçası.
Çünkü yazdığım gazete taşlandı, çalışan insanlar rahatsız edildi.
Hem de o yazıyla hiç ilgisi olmayan insanlar.
Gerçeği söylemek gerekirse Devlet Bahçeli’yi hedef alan değil, partisini belaltı vuruşlardan koruma amacı taşıyan bir yazıydı. Ya benim anlatma kabiliyetsizliğimden ya da başkalarının anlama kabiliyetsizliğinden farklı yönlere çekildi yazım.
Sonuçta içinde bulunduğum kurum taşlandı, ben hedef haline geldim.
Daha garibi, toplumun ağırlıklı ve etkin kesiminin benim hedef halime gelmemi kabullenmesi, daha doğrusu eli sopalı bazı insanların hukuk dışı yollara başvurma ihtimalini veri kabul etmeleri oldu.
“Kendine dikkat et!’’, “Biraz ortalarda görünme’’, “Bu adamlar her şeyi yapar’’ uyarıları aslında yasal bir partiye bağlı gençlik örgütlerinin yasadışı yollara başvurma ihtimalinden duyulan endişe ve dolaylı olarak bunun kabullenilmesi gerçeğiydi.
Toplumun işadamından gazetecisine, siyasetçisinden bilim adamına kadar farklı kesimlerinin doğal kabul ettiği bir durumla karşı karşıyaydım.
Yazımın içeriği, kalitesizliği, suç unsuru içermesi vs. gibi konulardan bağımsız olarak sırf yazılmış olmasından dolayı hayatımın tehlikede olduğuna yönelik baskın bir inanç vardı.
Çünkü bir yazdığım yazının bedelinin hukuk dışı yollarla ödetilme ihtimali yüksekti.
Bunu ben söylemiyordum, bana önem veren farklı kesimdeki dostlarım söylüyordu.
Hitler’in Almanya’sındaki Yahudilere de böyle şeyler söyleniyordu herhalde.
Sakin ol, bulaşma, görme, konuşma uyarıları yapılıyordu herhalde.
PKK’nın kendine muhalif kesimleri susturma, etkisiz hale getirme yöntemleri karşısında, bu örgütün Batı’daki karşıtının eylemlerini görmezden gelen, kabullenen bir anlayış hakim toplumumuzda.
Bu “bizim tarafın şiddetini’’ olağan kabul etmekten, onun eylemlerini hoş görmekten başka anlam taşımıyor bence.
Böyle bir anlayışın hangi etnik grup adına olursa olsun Meclis’te temsili demokratik ilkeye tamamen aykırı bir durum.
Çözümü şiddete arayan siyasi bir hareketin varlığını kabul etmek, onun baraj altında kalmasından endişe duymak da toplumun bastırılmış faşizan duygularının açığa vurulması anlamına geliyor bence.
Dediğim gibi, bazen karanlıktan korkuyorum ama geceleri yatarken ışıkları kapatmama engel olmuyor bu korkum.
Militer güçlerin yapabileceklerinden de korkuyorum zaman zaman ama bu da doğruları söylememi engellemiyor açıkçası.
Diyelim ki ben korkuyorum, siz utanıyor musunuz?