Keşke
Bugün İstanbul’un fetih yıldönümü. Daha doğrusu Konstantanıyye’nin, yâni Konstantinopolis’in, Konstantin’in Şehri diye anılan o hârikulâde beldenin! Bugün yine burunlarının altına takma posbıyıklar takılı ve ürkünç kılıklı erkekler, ellerindeki palaları ve diğer âlât-ı câriha ve qâtıayı sallayarakdan birtakım duvarlara doğru koşup oralara tırmanacaklar. Bayraklar dalgalanacak, mehterân takımı ceng havaları vurup celâdet damarımızı kabartacak.
Bence bir mahzûru yok! Zâten memleketde müsâmere hürriyeti var.
Ama ben bunun yanısıra başka şeyler de olsun isterdim.
Meselâ Yorgos Sfrantses adlı üst düzey Bizans memurunun “Halosis Konstantinupoleos” (Konstantanıyye’nin Düşmesi) adlı kitabına dâir anlı şanlı üniversitelerimizden birinde bir seminer, bir sempozyum düzenlenmesini, en azından buna dâir bir konferans verilmesini isterdim.
Onunla berâber büyük anfiye başörtüsüyle mi girilse câizdir eşarpla mı tarzı “önemli” konular yine tartışılsın ama bu da fenâ olmazdı.
Sonra ben Cennetmekân Mehmed Hân-ı Sânî’ye karşı elde kılıç kahramanca vuruşurken düşen İmparator XI. Konstantin’e dâir bir konferans dinlemeyi de çok isterdim. Nasıl bir insandı, bu ümidsiz mücâdelede nasıl da yiğitçe dik durdu filan gibi “önemsiz” konular, ayıb değil ya, benim merâkımı celbediyor.
Sonra ben saat sabaha karşı 01.30’da başlayan Türk taarruzu sonucu saat 08.30’da Şehir tamâmen ele geçerken yankılanan “Ealo i Polis!” (Şehir düşdü!) feryâdı üzerine görgü tanıklarının o sıra esen atmosfere dâir notlarını da öğrenmek isterdim.
Başka bir anlı şanlı üniversitemizde “Feth-i Mübîn” sonucu “Kristianitas Modeli”nin, yâni Mukaddes Toprakları “kurtarmak” için bütün Hıristiyan devletlerin işbirliğine gitmesi gerektiğini savunan “Haçlı Rûhu”nun nasıl iflâs etdiğine dâir bir sempozyuma dinleyici olarak katılmayı çok arzûlardım.
Ayrıca müteharrik harfli matbaanın mûcidi Johannes Gutenberg’in bu olaydan sonra Türklerle ilgili olarak yazdığı fevkalâde önemsenen kitab hakkında bir şeyler öğrenmek ve orada yaratılan “Türk Figürü”nün, yâni eli silahlı zâlim karakterinin, günümüze kadar bizim imajımızı nasıl etkilediğini biri bana anlatsın isterdim.
İlâveten Konstantinopolis’in nasıl İstanbul’a dönüşdüğünü, bu kelimenin Rumca “İs tin Polin!” (Şehrin içine!) kelimesinden türediğini ve bu sözlerin de Osmanlı memurları tarafından, korkup kaçan halkı geri getirmek üzere mütemâdiyen tekrarlandığını biri bana anlatsa isterdim.
Son olarak bizim için bir vesîle-i iftihâr olan Fetih’in Avrupa tarafından bir felâket olarak algılandığına da biri dikkatimizi çekse ve bunu bizzat Avrupalılardan duyunca apışıp kalmasak isterdim.
Bu şartlar altında artık 1453’ün neden sembolik olarak Ortaçağın sonu kabûl edildiğini bana anlatmasalar da olurdu.
Neyse, kutlu olsun!
NOT: Diyânet İşleri Başkanı’nın derin bir ferâset eseri olarak bir Cemevini ziyâret etmesini ayakda alkışlıyorum!
Bu davranışıyla 21. Yüzyıl’ın bir dînî lideri olduğunu göstermişdir.
Saygılar!