‘Oku’mayanlar partisi
Genel seçimler yapılıp neticeler alındı ve Türkiye yine ‘değişmeyen gündem’lerle baş başa kaldı. Her zaman ve her şartta ‘liste’nin başında olması gereken konulardan biri de malûm olduğu üzere eğitim konusudur. Her ne kadar insanlar ‘ekonomi’yi birinci sıraya yerleştirmiş görünse de, hakikatte eğitim ilk sıradadır ve öyle de kalmalıdır.
İlahî kitabımız Kur’ân’ın ilk emrinin “Oku!” (Yaratan Rabbinin adıyla oku! - Alak Sûresi) olması; okumanın, dolayısı ile eğitimin vazgeçilmez öncelik olduğunu hatırlatır. (İlk emrin ‘Oku!’ olmasının başka yüzlerce hikmeti de vardır. Konunun ayrıntılarını ‘uzman’ların ‘tefsir’lerine havale edelim.)
Elbette “oku”mak sadece kitapla sınırlı değil. İnsan en başta kendini ve kâinat kitabını okumalı. Fakat onu yapabilmek için de işe ‘kitap’tan başlamakta fayda var. Kültür ve edebiyat sahasında ‘hocaların hocası’ olarak anılan Orhan Okay, kendisiyle yapılan bir sohbette, edebiyatçıların bile çok az okuduğunu söylemiş ki; hal ve gidiş de buna şahittir. Edebiyatçıların okumaması demek, itfaiyecilerin yangın söndürmemesi, doktorların hasta muayene etmemesi ya da şoförlerin araba sürmemesi gibi ‘eşyanın tabiatına aykırı’ bir şeydir. Hepimizin okuması lâzım, ama önce ve mutlaka ‘edebiyatçı’ların da okuması gerekir. Çağımız ‘ihtisas asrı’ olduğuna göre, bir edebiyatçı ‘oku’muyorsa çağa, güne ve günün şartlarına aykırı hareket etmiş olmaz mı?
Edebiyat eleştirilerinin çoğunun tanıtımdan ve eş dost kayırma seviyesinden öteye gitmediğini veya sanat dışı özel bir maksatla esere hatta sahibine yüklenildiğini anlatan Orhan Okay, “Bunlar sanatkârın da belki hoşlandığı yahut hiddetlendiği, fakat sonuçta hiç de besleyici vasfı olmayan yazılar” demiş.
Kişisel gelişim kitapları nisbeten okunurken, edebî eserlerin okuma seyiyesinin düşük olmasıyla ilgili bir soru üzerine de Okay şöyle cevap vermiş: “Türkiye okumuyor. Edebî eserin okunma seviyesi ise daha da düşük. 150 üniversitesi olan bir ülkede bu durum yürekler acısıdır. Alanları edebiyat olan, hatta yüksek lisans ve doktora öğrencileri bile edebî eser okumuyor. Sebebini ben de anlayamıyorum. Kaliteli eser okuma oranı bundan 50-60 yıl öncesinden bile çok düşük. Aileden başlayarak yüksek öğrenim öncesi eğitim verimsiz. Sanat ve edebiyat dahil büyük beşerî değerlerden ve ideallerden uzak, tesadüflere kalmış bir hayat programımız var.” (Konuşan: Emeti Saruhan, Yeni Şafak, 12 Haziran 2011)
Kitap hediye etmenin çok önemli olduğunu da, hayatından misâller vererek anlatan Orhan Hocanın sözlerini bilhassa çocuklara ‘çikolata hediye eden’lerin dikkate almasında fayda var: “Ben okula başlamadan okumayı sökmüştüm. Lise öğrencisi olan ablamın takip ettiği ‘Çocuk Duygusu’ diye bir derginin resimli romanlarını okumaya başlamıştım. Sonra yine lise öğrencisi olan bir komşumuz bana ‘Çocuk’ adlı bir derginin birkaç sayısını verdi. ‘Yavrutürk’ dergisini okursam daha hoşlanacağımı da söyledi. Böylece ‘Yavrutürk’e başladım ve bütün ilkokul yıllarım boyunca ilgiyle, heyecanla, bütün yazılarını defalarca okuyarak takip ettim. Okuma merakım bununla başladı diyebilirim. (...) Komşumuz bana sünnet hediyesi olarak ‘Bir Eşeğin Hatıratı’ ve ‘On İki Çocuk Hikâyesi’ adlı iki kitap hediye etti. Galiba kitap olarak ilk okuduklarım bunlardır. İlkokulu bitirirken Jules Verne’in pek çok romanını okumuştum. Ortaokulda Pol ve Virjini ile Monte Kristo’yu okuyuşum, özellikle ikincisi, bende bugün de devam eden büyük ve kaliteli macera romanları okuma hevesini uyandırdı.” (agg.)
Orhan Okay Hocaya, okumayı ve bilhassa çocuklara kitap hediye etmenin gereğini hatırlattığı için de teşekkürler.
Bugün, faraza, kitap okuyanlar ile okumayanların partisi arasında bir seçim yapılsa, büyük bir ihtimalle “kitap okumayanların partisi” kazanır. Temennimiz, “kitap okuyanların partisi”nin kazanacağı günlere ulaşmak.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.