“Allah Bana Yeter” Diyebilmek
Bazen bunaldığımız oluyor. Hayretler içinde kendi nefsimizden şikayet ediyoruz, bizi neden dinlemiyor? Yüzde yüz inandığımız ve benimsediğimiz, hatta bunu da başkalarına anlattığımız hakikatlerin zıddına işler işliyor. Utandıran işler, yarın yüz kızartan işler, hatta yüz karartan işler…
“Neden?” diye bakıyoruz kendimize, “ufak tefek lezzetler, ufak tefek şehvetler, ufak tefek menfaatlenmeler, belki biraz övünmeler, biraz beğenilme arzuları. Basit, ucuz ve küçük şeyler yani…”
“Peki ama kaybettiklerine değer mi?” diyoruz.
“Değmez” diye cevap veriyor.
“Daha ne?” diyoruz,
“Zaten savunan yok ki yaptığını! Ama dayanamıyoruz, direnemiyoruz o arzulara ve şehvetlere. Her mücahedede mağlup oluyoruz. İrademizi bitirmişiz zamanında. Teneke gibi zoru görünce yamuluyoruz. Hepsi bu!” diyor.
Kolumuz kanadımız kırılıyor.
Bazen va’z-u nasihat ederken de böyle oluyor. Sağa bakıyoruz, sola bakıyoruz, herkes dinliyor ama sonuçta kendine göre bir tavır takınıyor. Sanki bizi hiç dinlememiş gibi davranıyor. Nefsimiz gibi yani.
Bazen de konuşmalarımız kendini kaybetmişlerce inkara ve alaya alınıyor. Aşağılanıyoruz. Her yandan bir nefret sesi yükseliyor. Şikâyet edilip kovuşturma geçiriyoruz. Hatta hürriyetimizin sınırlandırılması gündeme geliyor.
Böyle olunca içimizdeki arzu ve istekler kırılıyor yer yer. İçimizdeki ışık sam yelinde söner gibi oluyor. Yazmak için klavyenin tuşlarına vurmağa başladığımızda “değer mi?” gibi sesler yankılanıyor içimizde:
“Sen bu cümleyi yazacaksın, ama bu sana sıkıntı getirecek. Mahkemelerde zaman kaybettirecek, hapishanelerde çile çektirecek. Ya da potansiyel terörist muamelesi göreceksin. İyi gör de, fakat bir düşün, değer mi? İnsanlar yukarıda dediklerin gibi işte. Bu yazıyı belki üç beş polis, savcı, hakim kadar Müslümanlar okumayacak. Tesadüfen gören birkaç kişiden başka ilgilenen olmayacak.”
“Sen evinde kitaplarına gömülmüşken, okuduklarını not ederek “belki bir gün yazıya dönüşür ve insanlara faydalı olur” diye düşünürken ve sonunda da gezme tozma yerine masa başında yazma telaşında, hatta sancısındayken, şöyle bak bir etrafına, bak bir insanlara, bu gerçekler umurunda mı?
Herkes almış ailesini tatile gitmiş. Dağlar, vadiler ve sahiller insan kaynıyor. Yüzlerce televizyon kanalı müzik, spor, eğlence, magazin, paparazzi, dizi ve filim oynatıyor. İnsanlar ciddi sohbetleri bile dinlemiyor, sıkıldıkça kanal değiştiriyor. Sinemalar, kulüpler, tavernalar, kahvehaneler harıl harıl çalışıyor. Cadelerden seller gibi insan akıyor. Her taraftan ayrı bir ses ve nağme, ayrı bir neşe ve kahkaya yükseliyor. Sen ise oturmuşsun evinde, “belki okurlar” ümidiyle yazı yazıyorsun a benim sersem nefsim.”
“Bırak bunları, sen de kendince keyfine bak. İster ibadet et, ister doya doya oku, ister kafadarlarını ziyaret et de demli çaylar eşliğinde doyumsuz sohbetlerle neşelen. Ama boş ver yazmayı, konuşmayı. Boş ver daveti, maveti. Rahatsız etme kimseyi. İsteyen arasın bulsun, arayan nasıl olsa bulur.”
Böyle diyorum ama ikna olamıyorum. Bütün bütün de haksız bulamıyorum. “Medet” diyerek tefe’ül etmek için Kur’an-ı Kerim’e sarılıyorum. Açınca karşıma Tevbe Suresi geliyor. Gözüm son ayete ilişiyor: “Fein tevellev…” Yani: “Buna rağmen aldırmaz, yüz çevirirlerse, ey Resûlüm! de ki: “Allah bana yeter. Ondan başka tanrı yoktur. Ben yalnız Ona dayanırım. Çünkü O, büyük Arşın, muazzam hükümranlığın sahibidir.”
Sübhanellah! Ne diyor bu ayet böyle: “İnsanlar senin davetinden yüz çevirirlerse sana yardım eden ve yeterli olan Allah’tan yardım dile; dua, ibadet ve yardım isteme, boyun eğme, huzurunda eğilme hususlarında sadece O’na iltica et. Çünkü Allah yüce Arş’ın Rabbidir. Bütün insanlar Allah Tealâ’nın hükümdarlığına mahkûmdurlar. O’nun ilmi her şeyi kuşatır. O’nun tayin ettiği kader her şeye nüfuz eder. O her şeye vekildir, yeterdir.”
İşte üzüntüyü gidermenin yolu budur. Allah bizimledir ve bize yeter. Bunu bilmek yeter.
Keşke bunu iyi bilsek, bunun farkında olsak da bilincine ersek!
Varsın yüz çevirenler çevirsin, sen sana düşeni yap yeter. Evet, Allah sana yeter. İnsanların ilgisizliği, haksızlığı, hatta zulmü karşısında Allah’ın yeterliliğine inanıp ruhunu ona havale etmek manevî olgunluğu ifade etmektedir. Allah kendi yeterliliğini dile getirerek, itilmiş, kakılmış, yalnız ve desteksiz bırakılmış garip insanların manevî dengelerinin bozulmasını ne güzel engellemektedir.
Öyle ya, “hasbuna’llah ve ni’mel vekîl…”
(Altınoluk, 2011 - Haziran, Sayı: 304, Sayfa: 040)