Şeriat Tarikat Ve Şeyhin Hatası
Hayretti Karaman Hocaefendiye “Şeyhler siyasi emirler vermeli midir?” diye sorulmuş, o da tarikat, tasavvuf ve şehylik hakkında özet bir yazı yazmış. Biz de beğendiğimiz için sitelerimize koyduk.
Şu sözleri önemli: “Bir kimse "Şeyhler yanılmazlar, günah işlemezler, hata etmezler, ağızlarından ne çıkarsa Allah'tandır, onlara itaat etmemek Allah'a ve Resulüne itaat etmemek demektir" dese ve böyle inansa şirke düşer, İslam'dan çıkmış sayılır.
Şeyhi bir yana bırakalım, Allah Resulü bile vahye değil de ictihadına, tecrübesine, beşeri bilgisine dayanarak bir söz söylediğinde hata edebilir. Bu sebeple ashâbı, gerektiğinde O'na "Bu sözünüz vahye mi dayanıyor, yoksa kendi reyiniz mi" diye sorarlardı ve "Bu benin reyim" derse onu uygun görmeyip kendilerine göre doğru olanı söylerlerdi, Peygamberimiz de bazen onların reyine uyardı.(Bunların daha çok din ve şeriatla alakalı değil, dünya işleri ile ilgili olduğunu ifade edelim. Bedirde konuşlanma gibi. Fakat “Bedir esirlerine muamele din ile ilgilidir,” denilebilir. Ama bu da tartışılır. C. N.)
Bir şeyhin sözü, emri, talimatı asla vahye dayanmaz. Ya -alim ise- ilme veya ilhama dayanır. İlim ve ilham da yanılabilir.
Din bahsinde hakem Kur'an'dır, Sünnet'tir, icmadır, hasılı şeriattır. Şeriata aykırı bir emir, hangi konuda ve kimden sadır olursa olsun reddedilir, ona itaat edilmez.”
Şimdi biz bunu sitemize koyduk ya, sorumluluğunu da aldık demektir. Bir kardeşimiz ikna olmamış ve bize sormuş: “Hocam tasavvufta teslimiyet şarttır. Benim mürşidim varken Hayrettin Karaman'a tabii olacak değilim. Haksız mıyım?”
Hayrettin Karaman'ın böyle bir isteği mi var? Yok! Öyleyse bu soruyu niçin soruyorsun sevgili kardeşim? Elbette haksızsın.
Sonra onun verdiği bilgilerin hangisine itirazın var? Sen esas onu yazmalısın. Mesela “Şeyhi bir yana bırakalım, Allah Resulü bile vahye değil de ictihadına, tecrübesine, beşeri bilgisine dayanarak bir söz söylediğinde hata edebilir” diyor. Biz küçük bir kayıt koyduk, o bile ne tartışmalar getirebilir. Sen bunları anlayabiliyor musun? Bir itirazın var mı?
Asıl bunu araştırmak gerekir. Ama nerde? Bu iş okumak, düşünmek, ehli ile mübahase ve müzakere gerektirir. Sorsam, cevap cebindedir: “Bunlar zahmetli işlerdir, hocalar yapsın.”
İyi yapsın da, sen de onları dinlemelisin ama. Bu dindir yahu? Ya bizzat kendin öğrenecek, ya da öğrenenden öğreneceksin. Ya okuyacak, ya da dinleyeceksin. Başka çaresi mi var? Ne diyordu Sevgili Peygamberimiz: “Ya alim, ya öğrenci, ya da dinleyici ol, yoksa değersiz klaır, helak olursun.”
Bu taifeye bir itiraz veya garazımın olmadığını ifade için derim ki fakir de içindeyim, bu çağın, belki de geçmiş çağların içinde tasavvuf açısından baktığımızda en büyük sorun, müritlerin az okuması, ilme gereken itibarı fiilen vermemesidir. Hatta kimileri ilmi “hiç” görmüş, “zahir” diyerek cahilce “şeriatı” hafife almış, esas değerli olanın “batın ilmi” ve “ledün ilmi” olduğunu söylemiştir. Oysa şeriata dil uzatmak, onu hafife almak küfürdür. Kur’an’dan sorumlu olduğumuz yerler “batın” değil, “zahir”dir, “şeriattır”. Onu hafife almak Müslümanlıkla bağdaşır mı?
Hakiki şeyhler, ilim adamlarını sever ve sevmeye davet ederler, hatta kendilerine veya başkalarına intisaplı olmasalar bile. Sahte şeyhler ise müritlerini alimlerden uzak tutarlar. Bu da şeyh ile müteşeyyihi (şeyh geçineni) tanımada iyi bir ölçüdür.
Okumalıyız sevgili sûfîler, öğrenmeliyiz sevgili müritler. Yoksa İbn Teymiyye ve İbn Kayyim’den dem vurup da “Fetava”dan koca ciltleri veya “Medaricu’s Salikin”i bile okuyup anlamayan ve “tarikat tağuta tapmaktır” gibi saçma sapan sözler söyleyen bilmezlerin eline koz vermiş oluruz.
Bana bu konuda soru soran ve sormayan herkese derim ki, Hayrettin Karaman'a değil, Allah'a itaat ve teslimiyet gerekir. Şeyhin emri şeriata ters ise asla itaat olunmaz. Değilse, zındıklığın önü alınmaz. Şeyh olmadığı halde kendine şeyh dedirten bir sürü sahtekar var. Ellerinde şeyhliklerini ispat edecek icazetleri yoktur. Sıkıştırırsan ya rüya görmüştür, ya Hızır’la buluşmuştur, ya da babası gizlice vermiştir. Nerden bilelim? Hakiki şeyh icazet göstermeden teslimiyet istemez. Şimdi bu zamanda bu icazeti bir şeyhten istemek cesaret işidir, yürek ister. İşte bu tutum da yol kesen eşkıyaların cesaretini artırmaktadır.
Sevgili kardeşlerim, şeriat ölçü olmazsa, onların verdiği tahribat nasıl önlenebilir? "Yok, şeyh perde arkasını görür, biz göremezmişiz. Yok, bizim ilmimiz sınırlı, onlarınki sınırsız imiş. Yok, onlar geleceği de görürlermiş" falan, filan. Bunlar sahtekarları yüreklendiren boş laflardır.
Kim biliyor gördüğünü? Ya yalansa?
Bu sözler, kerameti inkar değildir. Allah gösterirse o da görür, sen de, ben de görürüz. Göstermezse, topuğumuzu bile göremeyiz. Öyleyse doğru ile yalanın, hidayet ile sapıtmanın ölçüsü nedir?
Elbette ölçü şeriattır. Bu yolun uluları demişlerdir ki: “Batın, zahire ters düşerse batıldır.” Bu tasavvufun en büyük kaidelerindendir. Bu olmazsa zındıklığı zahitlik sanırız, tahrifat ve tahribatı tasavvuf sanırız. Hadis açıktır: "Halik’a isyan olan yerde mahluka itaat olmaz."
Bu hadisi bilmeyen Müslüman var mı?
Şimdi buradan "bu hadis sufileri bağlar mı?" diye sorsam, ayıp olmaz mı?
Hakiki şeyh ile şeyh geçinen müteşeyyihin arasındaki en büyük fark, şeriattır. Sözü veya işi şeriata uymayan kimse asla ve kat’a şeyh olamaz. Kıble tarafına tüküren şeyh geçineni görünce ziyaretten geri dönen veliyi hatırladınız mı?
Şeyh hata yapamaz mı?
Yapar. Şeyhler “masum” değil, belki “mahfuz”dur. Farkına varırsa enaniyet göstermez, derhal tövbe eder. Bu onun şeyhliğini düşürmez.
Bunun aksini söylemek, hem tasavvufu tanımamak, hem de ona karşı olanların ekmeğine yağ sürmektir. Tasavvufun dostlarına da düşmanlarına da - min ğayr-i haddin - hatırlatılır...